Avcılıkla başlayan bir 'Doğa Savaşçısı'nın hikayesi: Alper Tüydeş!
Yaban Hayatı Fotoğrafçısı Alper Tüydeş, Türkiye’nin sayılı kuş fotoğrafçılarından biri. Avcı bir ailenin çocuğu olan Tüydeş’in kendisi de uzun süre avcılık yapmış. Fakat daha sonra bunun tam tersine evrilerek kendisini doğaya ve doğanın korunmasına adamış.
Özlem Yoğurtçuoğlu / Lider haber
Çektiği fotoğraflarla adından sıkça söz ettiren Alper Tüydeş, kendisi hakkında merak edilenleri ve bilinmeyenleri Lider Haber mikrofonlarına anlattı.
Yaren Leylek, Jonas, Zibidi ve daha pekçok can dostumuzun hikayelerini fotoğraflayarak doğa severlerin ilgisini çeken Alper Tüydeş, avcılıkla başladığı yaban hayatına tam tersi bir yön vererek kendini doğayı kormaya adayan bir yol çizmiş. “Ben kendimi şöyle ifade ediyorum, yaban hayatı fotoğrafçısı, kuş gözlemcisi ve yaşadığı şehre, bölgeye maddi, manevi, kültürel ve sosyal olarak değer katmaya çalışan ya da onun değerlerini anlatmaya çalışan farkındalık oluşturmaya çalışan, heyecanlı ve enerjik birisiyim. Karacebey’de doğdum, İnternet Gazeteciliği Yayıncılığı Bölümü’nü bitirdim. Doğaya her zaman ilgim vardı fakat başlarda bu avcılık gibi farklı bir alanda başladı ailemden dolayı, öyle bir ailede büyüdüğüm için. Sonra bunun tam tersine evrilmeyi başardım. Şu anda yaban hayatı fotoğrafçılığı başta olmak üzere doğaya dair çeşitli alanlarda çeşitli çalışmalar yapmaya çalışıyorum. Bir yanda tabii ki, kendimi doğada olmakla tatmin etmek gibi bir duygum var ama bunun dışında amacım doğaya faydalı olmak. Doğadaki birçok alana birçok konuya farkındalık yaratmaya çalışıyorum aynı zamanda. Sadece doğanın keyfini sürüp “Bugün iyi dinlendim, iyi vakit geçirdim.” deyip dönmüyorum. Gittiğim yerde uzun gözlemler yapıyorum, tecrübeler edinmeye çalışıyorum ve bunları başta çocuklar olmak üzere çeşitli insanlara da anlatmaya çalışıyorum. Çünkü günümüzdeki en büyük sorunlardan bir tanesi doğa… Doğayı zaten konuşuyoruz. Doğanın yok oluş sürecinde oluşunu, gördüğü zararları ve ihtiyaçlarını, bunlardan konuşurken bunun başında doğayı tanımamamız, doğayı unutmuş olmamız geliyor aslında. Yani geçmişimizdeki insanların doğaya bakış açısı hep bir bütündü, bütüncüldü. Şu anda sonsuz bir kaynak olarak görülüyor ve bunun da getirdiği sorunlar var.
Neden yaban hayatı, sizi bu alana çeken ne oldu?
Alper Tüydeş, yaban hayatına ilgisinin daha çocukken başladığını söylüyor, “Herkesin farklı ilgi alanı var, kimisi tarihi sever, kimi matematik. Doğa da benim en fazla haz aldığım, keyif aldığım yer. Doğaya olan ilgim alakam küçük yaştan beri hep vardı, en sevdiğim çizgi film ‘Uçan Kaz’dı mesela. Hayvanları çok seviyordum, hayvanlı çizgi filmleri de. Ödevlerimde bu tarz şeyleri seçerdim; hayvanları, doğayı konu alan başlıkları almaya çalışırdım. Çocukluktan gelen bu ilgiyi sonraki yıllarda doğa fotoğrafçılığı hikayeleriyle anlatmaya çalıştım.
Bu nedenle çocuklarda özel ilgi alanımda yani odak noktamda çocuklar var. Bu şekilde yıllardır doğada edindiğim tecrübelerle ve çektiğim fotoğraflarla insanların dikkatini doğaya çekmeye çalıştığım gibi edindiğim tecrübeleri de çocuklara aktarmak gibi bir görev üstlendim. Bu alanda 4 farklı kitap çalışmasında yer aldım. Bunlardan iki tanesi gerçek doğa hikayelerinden esinlenerek doğada yaşanan süreçleri anlatan birer kitap çalışması oldu. Diğer ikisi de foto kitap oldu. Fakat onlarda birisi kuşları birisi de doğada görebileceğimiz kelebekleri anlatıyor. Ben bu şekilde insanların dikkatini doğaya, doğa hikayeleriyle, doğa fotoğraflarıyla ya da işte bu tarz içeriklerle çekmeye çalışıyorum.”
Daha önce yaptığınız bazı sosyal sorumluluk projeleri var, Bursa için böyle projeler söz konusu mu? Halihazırda yürüttüğünüz projler var mı?
"Aslında doğayla ilgilenmeye başladıktan sonra önceliğim aslında işim ve ev hayatım dışındaki tüm emeğimi çabamı doğaya harcıyorum. Fakat Karacabey Belediyesi ile birlikte Karacabey’in tarihini, fotoğraflarını, yazılı olmayan hikayelerinin kayıtlarını, belgelerini gün yüzüne çıkartmak gibi projenin içerisinde yer alıyorum. Buna sosyal sorumluk projesi denir mi bilmiyorum ama geçmişte yaşananları geleceğe aktarmak açısından çok titiz yürüttüğümüz bir çalışmanın içerisindeyim. 1890’lardan bu yana kayıtlardaki fotoğraflara ulaşmaya çalışıyoruz ve Karacabey’in daha bu tarihlerden itibaren fotoğrafları var. Sadece Karacabey’in değil, ülke hakkında fikir verebilecek fotoğraflar var. Bu aslında tarihi ve gelenek, göreneklere dair de bir çalışma. Bu proje bir çok alanda kendine başlık bulabilir.
Fotoğraf tarihi projesi haricinde okullarda yine doğaya farkındalık oluşturmak adına ‘Doğaya Kanat Açtık Projesi’ adı altında yürüttüğümüz bir projemiz var. Doğaya dikkat çeken doğa ile ilgili çalışmalarda bulunan ve bunları bize ulaştıran öğretmenlerin veya öğrencilerin okullarına gidip yarım gün biz de onlarla bir etkinlik yapıyoruz. Belki bunu okullarla bakanlık nezdinde yapabiliriz ilerde diye de çalışmalarımız var”
Siz bir doğa fotoğrafçısısınız ama son zamanlarda Alper Tüydeş denildiğinde insanların aklına ilk perseid meteor yağmuru geliyor. Bu algı nasıl oluştu? Siz bundan memnun musunuz?
“Bu hikayenin çıkış noktası aslında şu; Biz fotoğrafçılar güzel anları görmeyi herkes gibi seviyoruz, kimisi manzarayı izlemekten yanadır kimisi o anın fotoğrafını çekip başkalarına da gösterebilmekten yanadır. Fotoğrafçılığın aslında içgüdüsünde de bu var. Gördüğü, beğendiği anı, manzarayı başkasına anlatmak ve aktarmak. Yaban hayatı da öyle bir şey, ben o kuşları gidiyorum cok yakından görüyorum. Bazen fotoğrafını çekmeden sadece izlediğim anlarda oluyor. İnsanlara göstermek için çektiğim fotoğraflar da oluyor. Meteor yağmurları etkinliğinin çıkış noktası aslında bu şekilde. Gökyüzü ile ilgili fotoğraflar, gece çekimleri yapıyordum. Fakat dört yıl önce Neowise Kuyruklu Yıldızının dünya üzerinden geçişi bir iki ay gibi uzun bir zaman aldı. O geçiş sırasında insanların böyle etkinliklere olan ilgi ve alakasını fark ettim. Sosyal medyada yaptığım bir çağrı neticesinde kısa sürede çok büyük bir kalabalık gelmişti. Demek ki insanlar böyle şeylere geliyor, bizim fotoğrafçıların amacı neydi? İnsanlara göstermek, beğendirmek… Ben normalde de insanları eğlendirmeyi, insanlara oynamayı, insanların dikkatini güzel işlere çekmeyi, toplulukların takdirini kazanmayı ya da onlara bir şeyler beğendirmeyi seven kişisel olarak da karakter olarak da bundan haz alan biriyim. Ben de insanlara bir fırsat yaratmaya çalıştım. Neowise kuyruklu yıldızıyla başlayan bu süreç persoid yağmuruyla taçlandı diyebilirim. Her sene bir önceki yıldan daha fazla bir katılım olunca insanların bunu sevdiğini, beğendiğini ve gelen yorumlarla birlikte bunu bizde bırakmak istemedik. Bu etkinlik, hem benim yaptığım işe hem de yaşam tarzıma uygundu. Üstelik yaşadığım şehre yani Karacabey’e de çok değer kattı. O tarihlerde esnaf çok mutlu. Dışardaki insanlar Karacabey’in farkına varıyorlar, bir sürü insan gelip deneyimleme şansı yakalıyor ve bunlar da işin içine girince çok tatlı bir süreç ortaya çıkıyor.”
Karacabey ile ilgili çok özel çalışmalarınız var. Karacabey sizin için ne ifade ediyor?
Alper Tüydeş, Karacabey’e olan sevgisinin temelinde de yaşanmışlıklarının olduğunu ifade ederken Karacabey’deki hikayelerin ve bilinmeyenlerinde kendisini cezbettiğini anlatıyor. “Karacabey, benim doğduğum yer ve ben biraz duygusal bir çocuk olduğum için buraya bağım daha fazla. Ben yaşanmışlıklara çok değer veren bir insanım. Eski ve geleneksel şeylere ki, kendime eski kafa diyebilirim bu konuda. Kafa yapım ve yaşam tarzı olarak özendiğim tarz o eskilerdir. Yaşadığım şehre de benim aitlik duygum diğer yerden farklı ve bu benim kendi özelliğim bence. Ben hep şöyle derim; hapse girsem, çıktığım gibi “Vay be burada da ne günlerim geçti!” diyerek çıkarım. Oraya bile duygusal yaklaşabilirim, o karakterde birisiyim. Bu şehirde çok güzel hatıralarım, anılarım var. Benim Karacabeylilerden ne farkım var? Karacabey’deki hikayeleri dinlemek, duymak biliyor olmak, diğer insanlar belki o kadar araştırmadığı için ya da detaylandırmadıkları için burada olan şeyleri, ben işim gereği bu konuların daha derine giriyorum. Bu yüzden kendimi şanslı hissediyorum. Bu şehrin geçmişini, hikayelerini ve potansiyelini biliyorum. Kimsenin bilmediği şelalelerin, göllerin değerini, doğa için ne kadar değerli olduğunu ve ne anlam ifade ettiğini biliyorum. Karacabey’in zeytin ağacı ve fındık ağacının yanyana yetişebileceği Türkiye’nin en nadir noktalardan birisi olduğunu biliyorum, bunun belkide ikinci bir örneği yok. Böyle iklimsel bir yerde yaşadığımıza bu gözle bakınca bu şehir daha da bir önem kazanıyor bende. Bunun gibi tekniğini, içeriğindeki o küçük değerleri bilmek de herhalde burayı daha bir değerli bırakıyor bende.”
Son olarak sizin gibi fotoğraf meraklısı gençlere neler söylemek istersiniz?
Alper Tüydeş, günümüz şartlarında sadece fotoğrafçılık yaparak geçinmenin zorluğunu vurgulayarak mutlaka bunun yanında ek bir işlerinin olması gerektiğini vurguladı. “Ben gençlerden çok fazla mesaj ve yorum alıyorum. Bugün Türkiye şartlarında yaban hayatı fotoğrafçılığından ya da bu tarz işlerden doğrudan para kazanmak çok zor, hatta bence imkansız. Ben bile bugün ek bir iş olarak yapıyorum. Yaban hayatı fotoğrafçılığı doğrudan tek işim bu olsaydı ki, bunu çok isterdim. O zaman çok daha başarılı olabilirdim aslında ama hayatımın devamı için ailem için ya da yapmak istediğim diğer işler için maddi tarafı da düşünmem lazım maalesef. Önceliğinin başka işler de olması gerekiyor. Gençler hemen diyorlar ki, “Ben işi gücü bırakacağım, sadece bununla uğraşacağım ve ben doğa fotoğrafçısı olacağım.” Ben de onlara her zaman diyorum ki, bu işi önemseyin, buna zaman ayırın ama hayatınızın merkezine bunu koyup diğer işlerden, okuduğunuz okuldan vazgeçmeyin! Mesleğinizi elinize alın, bu yanınızda her zaman dursun. Yani ben buna ‘Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmak’ diyorum. Doğrudan tek işiniz bu olmasın, günümüz Türkiyesinde maalesef böyle bir pozisyon yok. “Yaban hayatı fotoğrafçısı olacağım, bu işlerden para kazanacağım, evimi bu işlerle geçindireceğim.” diyen insanlar için bu çok hayalperest bir iş olur.”