Depreme uyandık mı?
Geçen yıl, 23 Kasım’da Bursa’da yine sabah saatlerinde bir deprem olmuş ve şu yazıyı kaleme almıştım: (https://www.liderbursa.com/depreme-uyandik-mi-h20150.htm)
“Dün sabaha karşı gözümüzü depremle açtık.
Kelimenin ilk anlamıyla depreme uyandık.
Peki, diğer bir anlamıyla hakikaten depreme uyandık mı?
Yani, deprem kuşağında yer alan bir ülkenin vatandaşları olarak yeterli bilinç düzeyine eriştik mi?
Hiç sanmıyorum. Mevcut tablo da uzmanlar da bunun sağlamasını yapan veriler sunuyor…
İşte daha 12 Kasım’da Çök/Kapan/Tutun adıyla ülke genelinde bir tatbikat yaptık.
Fakat görüyoruz ki hâlâ deprem anında aklımıza ilk gelen, kaçmak/atlamak oluyor.
Deprem anındaki genel tutumumuzu, pencereden/balkondan atladığı için veya kaçarken yaralananların sayısında görebiliyoruz.
Ancak deprem sadece olduğu andan ibaret değil bir süreçtir. Öncesinde ve sonrasında hazır olmak gerekir.
Bu noktada deprem sonrası yetkinlik açısından en hazır ve deneyimli ülkelerden biri olduğumuzu söyleyebiliriz.
Kamu kurum ve kuruluşlarının yanı sıra sivil ve gönüllü birçok yapı deprem sonrası arama/kurtarma süreçlerinde son derece başarılı ve koordine hareket edebiliyor.
Bilhassa AFAD ve ona bağlı gönüllü sivil organizasyonlar çok sayıda çalışma yapıyor ve sorumluluk alanını her geçen gün genişletiyor.
Devlet, deprem sonrası her noktada varlığını hissettiriyor!
Peki, öncesi?
İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) Bursa Şubesi’nin önceki dönem başkanı Mehmet Albayrak, dün kişisel sosyal medya hesabından depreme önceden hazır olmakla ilgili kısa ve öz bir değerlendirme yaptı.
Başkanlığı döneminde birçok kez deprem konusunda uyarılar yapan, sadece deprem olduğunda değil sair zamanlarda da depremi araştırma, konuşma ve çözümler sunma sorumluluğu yansıtan Mehmet Albayrak, sosyal medyada yoğun etkileşim alan paylaşımında şunları söyledi:
“Sosyal medyada herkes depreme uyandık yazıyor. Hayır depreme uyanmadık. 1999’dan beri depreme dayanıksız yapılarda yaşamaya devam ediyorsak uyanmış mıyız? Sanmam…”
İfadelerini ‘deprem değil bina öldürür’ etiketi ile pekiştiren Albayrak, “Herkes oturduğu binasından emin olunca işte o zaman uyanmış olacağız…” dedi.
Sayın Albayrak’a katılmamak elde değil.
Ancak bu konuda irdelenmesi gereken bir nokta daha var ki bence sürecin tıkandığı asıl husus o’dur. Aslında Sayın Albayrak da bu konuyu başka demeçlerinde çokça irdelemiştir.
Ülkemizde ve şehrimizde riskli yapı stoku varlığının büyük boyutlarda olduğunu biliyoruz. Bu yapılarda milyonlarca vatandaş, ikamet ediyor. Bir başka deyişle etmek zorunda kalıyor.
Peki, vatandaşı riskli yapıda yaşamaya mecbur bırakan koşullar nelerdir? Keyfinden ya da fukaralık fetişizminden çürük yapılarda yaşamıyor.
Riskli yapı, bir refah sorunudur. İnsanları, çürük yapılarda ikamete zorlayan ekonomik şartlardır.
Günümüz yapı teknolojisi, mühendislik ve mimarlık bilimi depremle baş edebilme becerisine sahiptir. İnsanlık depremi afet boyutundan yönetilebilir risk durumuna çoktan çekti.
Ülkemizde de özellikle bazı büyükşehirlerde ‘kentsel dönüşüm’ yöntemiyle risk arz eden yapılar yenilendi.
Bu manada dönüşümün olası büyük bir deprem açısından çok sayıda insanın hayatını kurtaracak derecede mesafe almamızı sağladığını kabul etmek gerekir.
Fakat halen kat edilmesi gereken çok uzun bir yol var. Şüphesiz bu yolda ilk odaklanılması gerekilen konu yapılardır. Bir an önce riskli yapıların güvenli hale getirilmesi gerekir.
Bunun yanında yapılarla birlikte vatandaşı riskli şartlara mecbur bırakan şartlar da iyileştirilmelidir. Yoksa binayı yenilemek vatandaşı kurtarmıyor.
Bir örnekle somutlaştırayım:
Riskli bir site dönüşüme alınıyor. Dönüşümden önce o sitede düşük ücretle kirada oturan kiracı, dönüşüm sonra artan kirayı ödeyemediği için bir başka riskli yapıya taşıyor.
Aynı şekilde 30 yıldır ikamet ettiği evi dönüşüme alınan ev sahibi, yeni evine geçip oturamıyor çünkü yeni sitenin neredeyse aylık kira boyutuna ulaşan aidat ve birtakım masraflarını ödeyemiyor. Evini satıyor. Bütçesi, kendi ekonomik koşullarıyla rahatça yaşayabileceği risksiz bir yapıda oturmasına yetmiyor.
Yani deprem tehdidini minimize etmek için sadece binaları yenilemek de yetmiyor. Ülkece zenginleşmeliyiz.
Vatandaş olarak her birimizin topyekûn bir refah için çok çalışması, çok çabalaması ve çok istekli olması gerekiyor.
Kendimize istediğimiz zenginliği komşumuza da dilemeliyiz.
Sadece şahsi zenginliği için çalışanların, deprem gibi afetlerde ölen garibanların ardından sergiledikleri üzüntü, timsah gözyaşından başka ne olabilir.
Refahı paylaşmayı ve tabana yaymayı öğrenmeliyiz. Bu; akıl içeren yöntemler olarak kültürle, inançla, ideolojiyle veya kanunla olmuyorsa gün gelir aklın göz ardı edildiği yollarla olur.
Hep fakiri, hep fukarayı öldüren depremi bir fırsat olarak görenler, sosyal bir enkazın altında kalır.
Son not: Deprem ülkemizin gerçeği ve lütfen hepimiz duyarlı olalım. AFAD’ımızın geliştirdiği ve afet durumlarında hayat kurtarır nitelikteki ‘AFAD Acil’ uygulamasını akıllı telefonlarımıza yükleyelim. Depremle ilgili eğitimler almayı, mümkünse gönüllü olmayı ve evimizde deprem çantası bulundurmayı unutmayalım.”
Neredeyse aynı zaman aralığında, Bursa dün yine sallandı. Vatandaş sokağa döküldü. Olduğu anın paniği zamanla geçti ve gitti…
Aklıma geçen yıl yazdığım bu yazı geldi. Acaba geçen bir senede o günden ileride miyiz? Sosyal refah olarak geride olduğumuz bile söylenebilir.
Fakat en azından toplumsal farkındalık olarak 6 Şubat’ın da etkisiyle gelişim yolunda ilerliyoruz. Bunu kentsel dönüşüm konusunda oluşan ön kabulden görebiliyoruz.
Saygıyla…