DOÇ. DR. DİNDAR: "50 YILLIK ÇEVRE KARNEMİZ 'KIRIK'LARLA DOLU"

Uludağ Üniversitesi Çevre Mühendisliği Öğretim görevlisi DOÇ. DR. EFSUN DİNDAR, ”Çevre Günü tam 50 yıl önce kutlanmaya başlandı. 50 yıl gibi geçen bir sürede çevre karnemize bakacak olursak, çok da iyi yol kat ettiğimizi söyleyemeyiz. Bu süreci çevre mühendisliği disipliniyle gözlemlersek ben bugünü kutlama kavramına katılmıyorum” dedi.

Neslihan Çelik Alkoçlar’ın hazırlayıp sunduğu Nes’li Yaşam programının konuğu Uludağ Üniversitesi Çevre Mühendisliği Öğretim görevlisi Doç. Dr. Efsun Dindar oldu. Dindar, çevre sorunlarından çözümlere, yeşil mutabakattan ekolojik dengeye kadar birçok alanda önemli açıklamalarda bulundu.

Sözlerine Çevre Günü ile ilgili değerlendirme yaparak başlayan Dindar, ”Çevre Günü'nün  geçmişine dönecek olursak 1972’de Stockholm'deki bir konferansta böyle bir günün farkındalığını ortaya çıkarmak için tarihi bir karar alındı. Bu sene 50 yılı tezahür etmek üzere yeniden bir program düzenlendi. 50 yıl gibi geçen bir sürede çevre karnemize bakacak olursak, çok da iyi yol kat ettiğimizi söyleyemeyeceğiz. Biraz böyle geçmişe dönük bakacak olursak çocukluğumuzdaki pek çok şey şu anda yani çevre, doğa, temiz su, hava, gıda hani bakacak olursak hiçbir şeyin eskisi gibi tadı yok. Tüm bunları düşündüğümüzde çevre mühendisliği disipline göre ben bugünü çok kutlama kavramına katılmıyorum. Yani kutlama bir şeyi başardık, koruduk, elde ettik ve böyle yapmaya devam ediyoruz noktasında yapılması gereken bir eylem. Biz daha çok aslında ekolojik yıkımla mücadele haftası olarak değerlendiriyoruz bunu. Yani bir kutlama haftası gibi değil. Ekolojik yıkım var. Sonuçta bu insan eliyle bir taraftan sanayi  bir taraftan tarım ve evsel pek çok faaliyetle bir şey oluşturuyoruz aslında. Yani ekolojiyi etki yapan, iyi ya da kötü. O ekolojik denge içerisinde biz de kendimize bir yer edinmeye çalışıyoruz ama bunu yaparken ne yaptık? Biz hep maalesef yıktık. Yani doğayı tahrip ettik ve dolayısıyla da bu bir hafta bir kutlama haftası değil. O yüzden de çok kutlama boyutundaki etkinlikler bana çok göz boyuma geliyor. Biliyorsunuz green ve diye bir şey vardır. Yeşille aklama diye. Hani özellikle bazı firmaların çok çevre dostu gibi görünüp bu tarz reklamlar yaptığı ama dönüp arkaya baktığınız zaman aslında çok da öyle olmadığını, tamamen algıyı o yönde yaratarak oluşturmaya çalıştığını hepimiz biliyoruz” dedi.

DÜNYA ACI GERÇEĞİ SONUNDA ÖĞRENDİ

Bugün dünyanın yaklaşık 1 buçuk derece ısındığını vurgulayan Dindar, “İklim değişiklikleri, afetler, doğal yaşanan şeyler. Hani dünyanın geçmişine bakacak olursanız, yani kimler geldi, kimler geçti belki ama gerçek şu ki, bunların sıklığı, oluş şekli ve ortaya çıkın tahribatın boyutu çok değişti. Tüketim toplumu olma yönünde bizi bu süreç maalesef o yöne itti. Hani tüket at. Ama attığın şeyin nereye gittiğini ya da tükettiğin şeyin ne olduğunu bilmiyoruz. Sürdürülebilirliği çok konuşuyoruz. Herkes artık hani bunu bir etiket gibi de kullanmaya başladı. Bundan da aslında biraz rahatsız olmuyor da değiliz. Çünkü her şeyin başına sürdürülebilirlik geliyor ama yani Türkiye'de bu süreklilikle sürdürülebilirlik birbirine karıştırılıyor. Yani bir şey sürekli yapmak sürdürülebilir olduğu anlamına gelmiyor. Ne olursa olsun bunu biz bir sonraki nesile aktarırken tıpkı bize aktarılan gibi bırakabilmek, azaltmadan, kirletmeden bırakabilmek önemlidir.  20-30 sene sonra aynı şeyi üretebilmek ya da aynı hizmeti alabilmek veya aynı sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşayabilmek hakkını biz devredebiliyorsak, sürdürülebilirlik bu olmuş olur. Yoksa aynı şeyi sürekli yapmak bu bir sürdürülebilirlik değil. Aynı reçeteyi kullanmak ya da aynı miktarda suyu, aynı miktarda enerjiyi ya da tam tersi üretiminiz, kapasiteniz arttıkça bunları azaltıp minimize edip, teknolojiyi geliştirmek ya da temiz üretime dönmek yerine aynı teknolojide ısrar edip sadece kapasiteyi arttırarak doğal kaynakların kullanımını arttırmak, enerji, su, hava, her şey buna dair. Bu yine sürdürülebilirlik demek olmuyor. Bu yaptığınız işi süreklilik boyutuna getirmek demek oluyor. Ama artık dünya buradan dönmesi gerektiğini çok acı bir şekilde maalesef öğrendi” diye konuştu.

PAZARIN YÜZDE 50’Sİ AB’DE

Yeşil mutabakat konusunda da önemli açıklamalarda bulunan Dindar, “Yeşil mutabakatın gönüllükle hayata geçirilemeyeceği herkes tarafından görüldü. Karbon ayak izinizi küçültmediğiniz sürece dünyayı kirletmeye devam ediliyor. Avrupa Birliği de bu konu da öncülük ederek yaptırımlarla bu hedeflerin tutturulmasını sağlanacak. AB bu konuda hani biraz daha kendimize batıralım daha bir farkındalık ya da bir farklılık oluşturalım fikrinde bütünleşti. Evet, biz bir Avrupa Birliği üyesi ülke değiliz ama pazarımızın yüzde 50’si Avrupa Birliği'nde. Dolayısıyla bizim de yeşil mutabakatta uyum sağlamak durumunda olduğumuz pek çok nokta var. Bununla ilgili de zaten Ticaret Bakanlığımız geçtiğimiz yıl bir eylem planı yayınladı. Avrupa Birliği'nin yayınladığı eylem planını atıf alarak Türkiye'nin bu konuda sektörel bazda nasıl etkilenebileceği ve  madde madde yapılması gerekenler ve geçiş sürecini açıkladılar. Çünkü Avrupa Birliği 2030 yılına kadar süresi tanıyor ve adil bir geçiş süresi olmasını istiyor ve kimseyi de geride bırakmak istemiyor” ifadelerini kullandı.

YENİ NESİL TİCARET ANLAYIŞI

Yeşil mutabakatın ne kadar faydalı olacağını yönündeki soruları da yanıtlayan Dindar, “Bu mutabakatın fayda sağlayacağını düşünüyorum.. Ekonomik çıkarlar ve ekonomik kaygılar bir şekilde bu sürece adapte olmayı gerektirecek. Çünkü yeni nesil ticaret anlayışı diyor ki, yani Avrupa Birliği'nin ya da yeşil mutabakat olarak lanse ettiği mutabakatta diyor ki artık doğal kaynak kullanımından bağımsız döngüsel ekonominin kriterlerine ve geleneğine uyacak ,klasik sistemden çıkıp yani konvansiyonel sistemlerden çıkıp yeni bir yeni bir model diyor. Yani bu benim yeni modelim bu diyor. Eğer benim pazarımda oynamak istiyorsan o zaman bu yeni modele ya adapte olacaksın ya da daha fazla para ödeyeceksin diyor. Evet. Nasıl daha fazla para alacak? İşte karbon vergisi gibi, gümrük vergisi gibi. Eğer siz karbon ayak izinizi azaltmazsanız, diyelim ki bir işte tekstil firmasındasınız. Boya yapıyorsunuz. Ciddi bir su kullanımınız var. Enerjinizi, fosil yakıtlardan karşılıyorsunuz. Hem yenilebilir enerjiniz yok, hem ciddi miktarda kirletiyorsunuz. Bir yandan da atmosfere bıraktığınız bir karbon var ki bu hani otomotiv içinde böyle işte havayı kirletmeye önceliklendirdiği bir takım sektörler var zaten. Bu stratejide. Dolayısıyla bunun azaltımı yönünde bir aktivite yapar ve bu pazarın içerisinde yer alabilecek kriterlere getirirseniz O zaman evet ticarete devam edebilirsiniz. Ama bunun için yatırım yapmanız lazım. Şimdi siz eğer fosil yakıttan enerjinizi sağlıyorsanız  ilk önce karbon ayak izinizi azaltmak için  ilk olarak o kaynağı değiştirmeniz lazım. Çünkü en büyük karbona ikiziniz oradan geliyor” dedi.

STRATEJİNİN ADI TARLADAN ÇATALA

Lojistik anlamında da şirketlerin dikkat etmesi gereken noktalar olduğunun altını çizen Dindar, “Ham maddeyi aldığınız yerler yani ham madde kaynağınız. Diyelim ki o ham maddeyi siz X birim uzaklıktan getirerek fabrikanızda işliyorsunuz. İkame ürün arayacaksınız. Hatta tarım ve hayvancılıkla ilgili yeşil mutabakattaki strateji tarladan çatala. Yani hani tarladan çatala kadar olan tüm süreçte almanız gereken aksiyonlar var. Azaltmanız gereken pek çok işte kullandığımız pestisiti var, gübre var. Organik tarımı daha fazla ön plana çıkartabilecek farklı yöntemler var. Bunlardan hangisini seçiyorsun? Hangisini yapıyorsun? Dolayısıyla bu dönüşümü gerçekleştirmek kolay değil” şeklinde konuştu.