Eğitim için sesleniş

Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, dün Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli Tanıtım Programı’nda şöyle dedi:

“Eğitim, öğretim konusunu günübirlik siyasi tartışmaların çekişme alanından uzak tutalım, yıpratmayalım istiyoruz. Bunda da samimiyiz.”

Elbette bu, son derece haklı ve doğru bir tutum olur.

Fakat efendim, eğitim sadece siyasetin değil paranın da konusu olamaz, olmamalıdır.

Sizin eğitim alanında yaptığınız reformlar öncesinde hepimiz, ‘katsayı’ denen bir ucubeyi yaşadık, gördük ve tecrübe ettik.

İmam Hatip Liseleri’nin önünü kesmek adına devreye alınan bu uygulama meslek liselerinden mezun olan gençleri adeta dalından koparılmış ham meyveye dönüştürdü.

Olgunlaşmasına, gelişmesine müsaade edilmeyen bir nesil yok oldu.

‘Katsayı’ yalnızca meslek liselerini değil bölüm tercihleri dolayısıyla diğer liselerden mezun olanları da hayallerinden kopardı.

Bu ucubeyi siz yıkıp ortadan kaldırdınız. Müteşekkiriz.

Aynı şekilde fiziki şartları geliştirdiniz, eğitim ordusunu büyüttünüz, kitap sorununu kökten çözdünüz. Müteşekkiriz.

İktidarınız boyunca eğitimde birçok kez sistem ve anlayış değişikliği yaptınız. Bunun negatif veya pozitif sonuçlarını bugünden kestirmek güç.

Ama özellikle meslek liseleri konusundaki atılımınızın devrim niteliğinde olduğunu görüyoruz.

Ülkemizin insan kaynağını yetkin kılacak bu hamlenin kazanımlarını gelecek nesiller daha iyi anlayacak ve yaşayacaktır.

Lakin bu noktada açmazımız piyasalaşmadır. Dün katsayı uygulamasıyla kategorize edilen toplumumuz bugün piyasalaşma ile ayrışmaktadır.

İmkânı olanın çocuğu, kolejlerde veya özel fen liselerinde okuyabilirken sıradan vatandaşın çocuğuna meslek lisesi dışında çok da seçenek kalmamaktadır.

Ülkemizde çok başarılı ve hatta özel okulların dahi ilerisinde meslek liseleri olduğu gerçeğini kabul ediyorum. Ama bunun dar bir bölgeyle sınırlı olduğunu görmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Eğitimdeki en temel sorunumuz, ‘fırsat eşitliği’ ya da eşitsizliğidir.

Büyükşehirlerde her anlamda donanımlı okullardan mezun olanlar ile Anadolu’nun kıyısında köşesinde birçok eksiklik içinde eğitim gören çocukları aynı sınavda yarıştırıyoruz.

Bırakınız büyükşehirler ile Anadolu’nun kıyısı köşesindeki okullar arasındaki farkı, bazı büyükşehirlerde merkezi ile kırsalı arasında dahi uçurum var.

Öğretmen yetkinliği, fiziki imkanlar vesaire… Ayrıca fırsat eşitliğini yalnızca fiziki imkanlar ve alınan eğitimin kalitesine indirgememek de gerekir.

Çocuklarımız açısından yaşadığı bölgenin kültürel ve ekonomik dezavantajları da eşitsizliğin nedenleri arasındadır.

Şüphesiz mucize düzeyinde başarı öyküleri vardır. Fakat müstesna istisnalar kaideyi bozmuyor. Ülkemizin geneli için her eğitim kademesinde imkanlardan kaliteye fırsat eşitliği sorunu halen mevcuttur. Ve bunun çözümünün kolay olmadığını da kabul ediyoruz.

Aynı şekilde eğitim öğretim ordumuzun yetkinlik düzeyi de bölgesel anlamda farklılık göstermektedir. Bu da kaliteye doğrudan yansımaktadır ki bir başka eşitsizlik de budur.

Yani matematiği fizik öğretmeninden, kimyayı beden öğretmeninden öğrenen gençler, bir Kabataşlı ile nasıl yarışabilir. Ortaokulda test kağıdı görmemişler, Galatasaray’da okuyabilir mi?

Cumhuriyetin 100’üncü yılı için iki binli yılların başında makamınıza ve ilgili bakanlığa eğitim başlıklı mektup yazmış olan biri olarak 22 yılda nicelik ve anlayış açısından büyük mesafeler almış olsak da nitelik ve eşitlik bağlamında halen gerilerde olduğumuzu ifade etmek zorundayım.

Yine ülkemiz ekonomisinin büyümesini arzu ediyoruz. Bunun için mevcut iş gücü kapasitemizi kullanmamız gerekiyor. Yani erkek nüfusla denk olan kadın nüfusun iş gücüne katılımını sağlamamız şart.

Geçen 22 yılda kadınların iş gücüne katılımında büyük mesafeler alındı. Olanaklar arttı. Bu ekonomiye de yansıdı.

Fakat en büyük hazine olarak gördüğümüz aile kurumunu muhafaza edebilmek hem de nüfus politikamıza işlerlik kazandırmak adına eğitime erişimde kapsamı genişletmek zorundayız.

Çalışan anneler için kreş sorunu kadar büyük bir başka sorunda çalışan ebeveynlerin devlet okuluna erişimidir.

Özel sektörde çalışan ebeveynlerin mesai zorunluluğu dolayısıyla çocuklarını devlet okulunda okutamadıklarını görüyoruz.

Yani 08.00-18.00 arasında özel sektörde çalışan ebeveynler, tam gün eğitime geçtiği söylenen okullarda en iyi ihtimalle eğitim saatlerinin 09.00-14.30 arasında olması dolayısıyla çocuklarını özel okullara göndermek zorunda kalıyor.

Bazı devlet okullarında 14.30 sonrası kurslar da öğretmenin inisiyatifine bırakılıyor. Kurs olsa da özel sektördeki ebeveynin mesaisi ile örtüşmüyor.

Özel sektörde 8-9 saat çalışıp ülkeye vergi verenler, iş hizmet almaya geldiğinde vergiyle maaş alanların keyfiliğine takılabiliyor.

Haliyle kadın ya da erkek bir ebeveyn, elde ettiği gelirle yalnızca çocuğunu okutabilmek için çalışıyor. Bu hanehalkının refahını ve nüfus artışını olumsuz etkiliyor.

Gelin ya eğitimi tamamen piyasalaştıralım ya tamamen kamulaştıralım ya da illa karma olacak diyorsak da devlet okullarını vatandaşın hayatının gerçekliğine göre dizayn edelim. Özel sektöre ya da öğretme göre değil…

Anadolu’nun ücra köşelerinde mesleğini aşkla yapanlara ve şehit olan öğretmenlerimize saygıyla…