Eğitimde sorun müfredattan derin

Türkiye’de eğitim sisteminin en temel sorunu, fırsat eşitsizliğidir.

Ne yazık ki son yıllarda hız kazanan ‘piyasalaşma’ ile bu eşitsizlik daha da derinleşmektedir.

Sağlıkta, hukukta, siyasette, sanatta, sosyal hayatta olduğu gibi eğitimde de toplum, zengin ve yoksul diye kategorize edilmektedir.

Parası olanın, tam gün eğitim modelinin uygulandığı kolejlerde mevcudu düşük sınıflarda okuduğu; parası olmayanın ise 30-40 kişilik sınıflarda öğretmenin insafına terk edilmiş zamanlarda okuyabildiği bir manzara var karşımızda.

Düşünün ki bu öğrencilerin hepsi aynı sınava tabi tutuluyor.

Bırakın devlet okulu ile özel kolejler arasındaki uçurumu devletin kendi okulları arasında da fırsat eşitsizliği söz konusu.

Yani Kabataş’ta okuyan bir çocuk ile Palandöken’de okuyan bir başka çocuk aynı sorularla sınava çekiliyor.

Oysa ne yapısal imkanları eşit ne öğretmen kalitesi ve profili!

Ne sosyoekonomik durumları denk ne de sosyokültürel şartları!

Tabi sadece bununla da bitmiyor.

Zengin, adamını bulup parasını verip çocuğunu istediği okula gönderebilirken yoksul mahallesine sıkışıp kalıyor.

Düne kadar imam hatiplerin önünü kesmek için kat sayı uygulamasıyla önü kesilen ve verimsiz yıllar geçiren meslek liseleri, bugün toplumun ekonomik katmanlarını resmediyor.

Elbette çok yüksek seviyede eğitim veren meslek liseleri var.

Ama mevcut şartlar, orta okuldaki çocuğa sunduğu alternatiflerle ‘işçisin sen işçi kal’ diyor…

Bu varsayımın sağlamasını şu soruya yanıt vererek bulabilirsiniz: Neden hiç özel meslek lisesi açılmıyor?

Fırsat eşitsizliğinden sonra eğitimde bariz kelimenin ilk anlamıyla yapısal sorunlar var.

Depremsellik başta olmak üzere devletin eğitim yapılarda derslik yetersizliği, teknik imkân yetersizliği, güvenlik ve hijyen zafiyeti, gıda ve çevre uygunsuzlukları ile lokasyon açmazları var.

Bırakın spor salonunu okulların topu yok!

Laboratuvarı geçtim kütüphane yok. (-tu önceki bakan kütüphane seferberliği ile bu yokluğu bir nebze giderdi.)

Eğitimde en başat sorunlardan biri de öğretmen!

Öğretmen kimdir? Sorunun halen net bir tanımı yok. Diplomayı alan, sınavdan yeter puan alıp atanan her kişi öğretmen midir? Uzmanlaşma yeni bir adımdı ama netice üretene kadar kaç nesil kaybolacak kim bilir?

Ne yazık ki eskiye nazaran bugünün öğretmenlerinin yetkinlikler ve temsil gücünde vasat kaldığını görüyoruz.

Özellikle ‘idealizm’ neredeyse bitti tükendi. Öğretmenlik mesleğinin ideal çizgileri silindi. Etik değerleri ayağa düştü. Meslek itibarı ise cüzdanın kalınlığıyla ölçülüyor.

Haftada 3 saat ders verip sonrasında herhangi daha fazlasını üretmek veya vermek için bir dert edinmeden öğretmenlik yapan on binler var.

Yine aynı şekilde okul yönetimlerinde liyakat ve adalet sorunu var. Aynı şekilde kadro yapılarında da kurgu hataları var.

Bunun nedenselliği sadece politik koşullar değil elbette toplumun talebiyle de şekilleniyor.

Bu eleştiriyi bir zaman aralığını sıkıştırıp yorumlamak sağlıklı bir sonuç doğurmaz. Zira toplumu sürükleyici olması gereken eğitim, ülkemizde ne acı ki toplumca sürükleniyor.

Belki de eğitime şekil vermeden önce toplumu, topyekûn elden geçirmek gerekiyor. Bu toplum eğitim denince ne anlıyor? Toplum eğitimden ne bekliyor?

Neyse burası dikenli bölge uzatmayalım…

Millî Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) dün yayınladığı müfredat hazırlığı üzerine bu konuyu işliyorum.

Dosyaları indirdim. Detaylıca okumadım. Ama yakında eleştiri konusu olabilecek başlıklar kamuoyuna yansır.

Ben, müfredatın eksiği fazlasını aramaktan ziyade bu yazıyla eğitimin temel sorunlarına hatta yıllardır çözüm bulunamadığı için ‘sorunsal’ diyebileceğimiz yanlarına öncelik verilmesi gerektiğini irdelemek istedim.

Çünkü mevcut sorunsallarımız arasında müfredat en maliyetsiz ve kolay olanı. Yeter ki tarafsız ve bağımsız olun. Politik baskı ve planlara göre değil de ülkenin gerçekliği ve ihtiyacına göre dizayn verin.

Mesela ‘ekonomiyi büyütmemiz gerek’ diyoruz. Bunun için nüfusun yarısını oluşturduğundan hareketle ‘kadınların işgücü piyasasına katılması şart’ diyoruz. Ama devlet okuluna girişler 9’da başlıyor, en geç 14.30’da bitiyor. Bu tabloda özel sektörde 08.00-17.00 çalışan ebeveyn çocuğunu nasıl devlet okuluna gönderecek?

Memura göre vergi, memura göre eğitim, memura göre sağlık, memura göre hukuk, memura göre siyaset!

Ne ala memleket!..

Önceleri takip edenler hatırlayacaktır piyasalaşmanın her türlüsüne karşıydım. Artık aksini konuşmak gerek. Madem bu sorunu çözemiyor, aksine eşitsizliği daha fazla büyütüyoruz o zaman devlet eğitimi komple özel sektöre bıraksın. Siz de rahat edin biz de…

Sadece eğitimden de değil aynı şekilde piyasalaşan ve eşitsizleşen sağlıktan da çıksın ki kimse kimseyi kandırmış olmasın. Vergiler boşa harcanmamış, mali yüklerden arınmış olunsun…

Saygıyla…