Ercan Kesal: "Herkes emeksiz yemek peşinde!"
Bu yıl altıncısı düzenlenen Edremit Kitap Fuarı’nda sevenleriyle bir araya gelen oyuncu ve yazar Ercan Kesal, “Cebimdeki Ekmek Kırıntıları” adıyla kitaplaştırdığı deneyimlerinin hayatına, oyuncu ve yazar kimliğine katkılarını anlattı.
“EMEK, KAN, TER, GÖZYAŞI VE ÇABA”
“Bitmek tükenmek bilmeyen bir okuma, yazma ve yeni bir şey yapma telaşıyla yaşamış bir adamım ben. Ve bu yüzden 48 yaşında ancak sinemayla buluşabildim” diyen Ercan Kesal, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Üç Maymun'daki oyunculuğum ilk uzun metraj oyunculuktur. Beni çok uzun yıllarda sinema ve tiyatroda filmler yapmış, tiyatroyla uğraşmış biri olarak zannediyorsunuz. Değilim. Ben 12-13 yıldır sinemadayım. Ama doğru adamlarla buluşmak diyorsanız evet doğru adamlarla buluştum. Ama onların da hadi biz de seni bekliyorduk falan gibi bir şey dediklerini zannetmeyin. Çok zor adamlarla, çok doğru adamlarla ama çok zor bir yerden başladı ve onu hak etmeye çalıştım. Bu yüzden bana böyle yeteneğiyle başkalarından çok farklı birtakım özellikleriyle gelen insanlara diyorum ki bu yüzde bir. Bu yüzde bir. Şimdi sana yüzde 99 daha lazım. O da çalışmak. Yani bunu üstelik ben söylemiyorum. Dünyanın en zeki adamlarından biri söylüyor, Einstein. Yüzde birdir diyor bendeki zeka. Onun dışındaki diyor emek kan, ter, gözyaşı ve çabadır diyor”
“EMEK HİÇ BU KADAR AŞAĞILANMAMIŞTI”
Köy Enstitüleri modeline yeniden “alıcı gözle” bakılması gerektiğini vurgulayan Kesal, “Ben bu çağın özellikle post-trut diye adlandırılan bu dönemin çalışmanın yok sayıldığı, çalışmanın kıymetinin fark edilmediği ya da yok edildiği bir dönem olarak hatırlayacağım. Çalışmak bu kadar aşağılanmamıştı. Emek bu kadar aşağılanmamıştı” dedi. Kesal konuşmasının devamında şunları kaydetti:
“Çünkü sürekli bir köşe dönme, çabucak bir şeyin sahibi olmak, sürekli bir emeksiz bir yemek peşinde olan bir topluma dönüştürüldük. Çok ayıp bir şey. Çalışmaktan başka hiçbir şansımız yok. Uğraşmaktan, çabalamaktan başka hiçbir şansımız yok. Bu yüzden belki de eğitim modelimiz, okullardaki bu yöntemi, müfredatı, öğrenme ve öğretme biçimlerini falan yeniden ele almamız lazım. Hayatın içinde çalışarak, üreterek yani keşfedecek bir şey yok aslında. Köy Enstitüleri modeli orada duruyor. Ona yeniden alıcı gözle bir daha bakmak lazım. Yani ben yine o ormanda kaybolmanın bir yolunu bulurdum. Ben yine o çikolatalı evi arar bulurdum. Çünkü ben yaşam olurlu bir adamım. Benim iştahım hiç bitmiyor ki.”