Eşitlik paradoksu!
Dün, Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı tanınmasının 88’inci yıldönümü idi.
Belediye seçimlerine 1930, muhtarlık seçimlerine 1933 yılında katılma hakkı kazanan kadınlar, ülkemizde seçme ve seçilme hakkına, dünya kadınlarından çok önce 5 Aralık 1934’te kavuştu.
Fransız kadınlarından 10 yıl, İtalyan kadınlarından 11 yıl; Arjantinli, Meksikalı ve Japon kadınlardan 13 yıl, Belçikalı kadınlardan 14, Çinli kadınlardan 15 yıl, Yunan kadınlardan 18 yıl önce Türk kadınları bu hakkı edindi.
Hatta İsviçre’de kadınlar, bu hakka ancak 1971’de erişebildi…
Tabi ki bu hakkı anayasal güvenceye almak ve kadınlara tanımak büyük bir işti. Fakat önemli olan temsilini sağlayabiliyor olmaktı.
Kadınlar parlamentoya 1935 seçimlerinde girdi ve yüzde 2 ile 4’ler arasındaki temsil oranı 2002’ye kadar değişmedi.
TBMM’de kadın temsili 2007’de yüzde 9,1’e, 2011’de yüzde 14,3’e, 2015’te yüzde 17,6’ya kadar yükseldi. 2018’de yüzde 17,1’e indi.
Bugün Meclis’teki 600 vekilin 103’ünü kadınlar oluşturuyor. Siyasette kadın temsili her geçen gün artıyor.
Başkent’te kadının temsili açısından ilerleme görülürken yerel idarede kadının temsili için alınması gereken yol var.
Son seçimlere göre ülke genelinde sadece 41 belediye kadın başkan tarafından yönetiliyor.
20 bin 745 belediye meclisi üyesinden 2 bin 284'ü;
18 bin 196 köy muhtarından 115'i;
32 bin 19 mahalle muhtarından ise 970'i kadın.
Ankara’da olduğunu gibi yerelde de kadının temsilini güçlendirmemiz gerektiği gün gibi ortadadır.
Peki, nasıl?
‘Pozitif ayrımcılık’ geçmişte çokça ifade edilirdi. O günlerde bir ‘keyif bağışlama’ gibi durduğu için bu yaklaşıma karşıydım.
Şimdilerde de ‘cinsiyet eşitliği’ kavramı konuşuluyor. Bunun da gerçek manada bir çözüm sağlamadığı kanaatindeyim.
Öyle ki cinsiyet eşitliği adına toplumda kadının rolünü büyütmek için verilen tüm mücadelenin sonucu bir tabakada tıkanıp kalıyor.
Sınıfsal bir ayrışma ile neticeleniyor.
Örneğin evli ve çalışan bir kadın, kendi evindeki işler için bir hizmet alıyor ki bu çoğunlukla kadın oluyor.
Böylelikle eve hizmetli olarak gelen kadın, çalışan bir kadına dönüşüyor. Ama ekonomik olarak evinde bir hizmetli çalıştıramadığı için aynı işi evinde de yapmaya devam ediyor.
Hizmetli kadının ekonomik standartları düşük olduğu için eşi, mevcut işinin yanında ek işte de çalışıyor. Haliyle evdeki tüm yük kadına kalıyor.
Şimdi bu durumu, ‘erkek eve gelince kadına yardım etsin’ gibi tekdüze bir yaklaşımla çözemeyiz.
Toplumda tüm yönleriyle eşitlik için ekonomik kalkınma ve refah paylaşımına ihtiyacımız var.
Bakın bir başka sınıfsal ayrışma da dilde yaşanıyor. Geçen yıllarda bir akımdı. İş adamları dernekleri, cinsiyetçi bir ifade olduğu için ‘adam’ yerine ‘insan’ kelimesini kullanmaya başladı ve iş insanları tabiri kullanıma yerleşti.
Peki, bu ifade eşitlikçi mi?
Yani kadın sermaye ve işyeri sahibi ise ‘iş insanı’ ama bunlara sahip değilse ‘işçi’ oluyor.
Burada da sınıfsal bağlamda bir ayrışmaya neden olmuyor muyuz?
Düşünmeli bunu!
Esen kalın.