İsrail’e dur demenin maliyeti

İsrail’in Gazzeli masumlara yaşattığı, tüm insanlık ezberinin ötesinde bir noktaya vardı.

Savaş suçu, soykırım, mezalim, zulüm, insanlık dramı, yüzyılın trajedisi vb.

Beylik lafların veya klişelerin tarif edemeyeceği bir acı yaşanıyor orada.

‘Dur’ denilmesi gereken bir hadise var ortada!

Peki, kim ‘dur’ diyecek?

Dünyanın jandarması ABD, İsrail’in yanında…

Batı ülkeleri, yasak ve cezalarla İsrail’e karşı sivil itirazları dahi baskılamış durumda…

BM, av peşinde!

İslam dünyası, ilahi emri unutmuş adeta seyirci konumda…

Mazluma umut yine Anadolu’da…

Biliyoruz ki İsrail’e ‘dur’ demenin hem ekonomik hem de politik maliyeti var.

Zira İsrail, işgal ettiği Filistin topraklardan ibaret değil.

Uluslararası kamuoyunu yönlendirme gücüne sahip, gelişmiş ülkelerin politikalarında yer edinmesini sağlayacak lobileri bulunan ve küresel çapta örgütlü finansal yapıları yöneten bir ülke…

Öyle bir ülke ki yaptıkları karşısında birçok ülke, çıkarları için ya sessiz kalıyor ya da taraf oluyor!

Bizde neler oluyor?

7 Ekim’den bugüne yaşananların piyasalara negatif etkisine şahit oluyoruz. Şimdilik sınırlı addediliyor. Fakat bu bölgesel savaşa dönüşme potansiyeli taşıyan gerilimli süreç uzadıkça ekonomimize olumsuz etkisinin ağırlaşacağını öngörmek mümkün.

Son 5 yılda yaşanan küresel olayların da etkisiyle kırılganlığı giderek artan ve yumuşak karnı döviz üzerinden yıpranan, yüksek enflasyon ve yüksek faiz sarmalında sıkışan ekonomimiz, bize bağımsız bir dış politika imkânı tanıyor mu? Bunu düşünmeliyiz…

Acaba biz de Avrupalı devletler gibi tüm dış politikamızı çıkarlarımıza indirgeyip bebek, çocuk, kadın, yaşlı ne kadar masum varsa ölümüne seyirci mi kalmalıyız? Nasılsa insani yardım maskemizi herkese yutturuyoruz!

Açıkçası bugün, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, hükümetin ilgili aktörlerinin ve Cumhur İttifakı ortağı olarak MHP Lider Bahçeli’nin açıklamaları, devletin âli menfaatleri ve milletin karakteri ile örtüşmektedir.

Uluslararası diplomaside İsrail’e karşı en net ifadeler, yine Türk siyasetçileri tarafından dile getirilmektedir.

Peki, bu şifahi karşı duruşu fiili bir cepheye dönüştürebilir miyiz?

Türkiye açısından İsrail’e politik anlamda cephe almak yabancı olduğumuz bir tavır değil.

Davos’ta Sayın Erdoğan’ın, ‘one minute’ çıkışıyla İsrail’in yüzüne vurduğu hakikat tokadının yankısı bugün bile referans alınmakta…

Ekonomik olarak ne kaybederiz mesela?

Sayın Erdoğan’ın sert çıkışlarına rağmen geride kalan 21 yılda İsrail ile dış ticaretimizin arttığını görüyoruz.

2002 yılında 1,5 milyar dolar seviyesindeki dış ticaret hacmimiz, bugün 9 milyar dolar seviyelerine yaklaşmış durumda…

Üstelik bizim lehimize! Yani ihracatımız, ithalatımızın 3 katı. 2022’de İsrail’e toplam 6,7 milyar dolarlık mal satmış ve 2,2 milyar dolarlık mal almışız.

Tabi ekonomik ilişkinin daha derin bir boyutu da var ki o da Doğu Akdeniz’in zengin rezervleri…

Türkiye’nin bu bölgede yalnızca haklarını muhafaza etme değil aynı zamanda rezervlerin pazara transferi bağlamında ana aktör olma mücadelesi var.

Bu noktada İsrail’in doğalgaz rezervleri herkesin malumu…

Mısır’ın, Lübnan’ın ve hatta Kıbrıs’ın güneyindeki çadır devleti üzerinden Yunanistan’ın bölgeye dair ayrı ayrı hesapları biliniyor. İran’ın tecridi kırma çabası görünüyor.

Bir anlamda çıkarların çatıştığı veya örtüştüğü bölgede ölüm, mazlumun payına düşüyor.

Özetle Türkiye, hem uluslararası hukuka uygunluk hem ekonomik ilişkilerini muhafaza hem politik gücünü gösterme hem tarihi misyonunu yerine getirme hem de insani olarak durulması gereken yerde duruyor.

Çok aktörlü bu hassas dengede ülkemizin ‘garantörlük’ mekanizması üzerinden üstleneceği her görevin lehimize olacağına inanıyorum.

Bu mümkün müdür?

Birleşmiş Milletler’de (BM) Filistin-İsrail konusunda yaşananlara bakınca uluslararası bir organizasyonla sürece müdahil olunması ihtimali düşük gibi algılanıyor.

Çünkü ABD ve Çin örneğinde gördüğümüz üzere yapabildikleri tek şey savaş gemilerini bu kıyılara sürüklemek oluyor…

Yetmiyor Amerikalı bidon, savaşı finanse etmeyi ülkesi için yatırım diye pazarlıyor.

Belki bu insanlık krizi, ‘Daha Adil Bir Dünya Mümkün’ fikri ve ‘Dünya 5’ten Büyüktür’ temasının ortaya koyduğu BM’nin işlevsizliğini daha da görünür ve anlaşılır kılacak, hatta küresel bir tartışmaya açacak.

Küresel basiretsizlik karşısında artan vahşete karşın tahammülü tükenen Türkiye, zulme karşı durmak adına Filistin’in yanında İsrail ile bir savaşa girebilir mi? Ya da girmeli mi?

Saygılarımla…