Kendi ayağımıza sıkıyoruz!
Sanayi Odası Başkanları, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nde (TOBB) buluştu.
TOBB Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu, toplantıya ev sahipliği yaptı.
Bursa’yı BTSO Başkanı İbrahim Burkay’ın temsil ettiği zirveye 9 ilden daha başkanlar düzeyinde katılım oldu.
Konu, sanayicinin sorunlarıydı. Üye talepleri de ele alındı bölgesel ve küresel gelişmeler de…
Toplantı sonrası 4 başlıkta ortak bir açıklama yayınlandı.
‘Uygulanan makroekonomik programı destekliyoruz’ başlığında şu ifade öne çıktı:
“…fiyat istikrarı olmadığında, rekabet gücümüzün nasıl düştüğünü, maliyetleri nasıl yönetemediğimizi, bütçemizi nasıl yapamadığımızı hepimiz gördük. Herkesin elini taşın altına koyması gereken bir dönemden geçtiğimize inanıyoruz.”
Bu noktada görünenmanzarayı resmetmek gerekirse elimizi taşın altına koymaktan çok kendi ayağımıza sıktığımız tarifini yapmalıyız.
Birkaç istisna dışında sanayicinin yatırımdan uzak durduğunu hatta bazılarının ‘Üretim mi? Benden uzak olsun’ diyerek tası tarağı topladığı duyuluyor.
Bu dönemin cesurları gelecek 5-10 yılın yıldızları olabilecekken belirsizlik baskısı yalnızca sermayeye değil ülkeye kaybettiriyor.
***
‘Üretim kapasitemizi ve istihdamı korumalıyız’ başlığında finansmana erişim vurgusu yapılırken istihdama dair şunlar ifade edildi:
“…istihdamda yaşanan sıkıntıların çözümü için ücretler üzerindeki vergi ve prim yüklerinin OECD ortalamalarına çekilmesi, mesleki eğitim ile gençlerimizin istihdama yönlendirilmesi, mesleki eğitimde kamu-özel sektör iş birliğinin geliştirilmesi ve istihdamı zorlaştıran mevzuat katılıklarının giderilmesi gerekmektedir.”
Bursa’da hangi fabrikanın İK yöneticisi ile konuşsanız, ‘nitelikli personel sorunundan’ dert yanar.
Özellikle bu dönemde şahit oldu ki enflasyon, iş ahlakı ve kültürü üzerinde de bozucu bir etki yaptı. Çalışma barışı neredeyse hiçbir yerde olmadığı gibi huzursuzluk için için kaynıyor.
İşveren bir yandan personel bulamamaktan yakınırken öte yandan istihdamı bir yük olarak görüyor ve maliyet unsuru sayıyor.
Türk sanayisinin en başat sorunlarından biri verimsizliktir. Neredeyse hiçbir kaynak verimli kullanılamıyor. Enerjiden ham maddeye insan kaynağından finansmana…
Bu verimsizlik özellikle de kriz dönemlerinde belirginleşiyor. Maliyete aranan çözüm genelde işgücüne odaklanıyor. Oysa bu doğru değil… Çünkü yetkinlik arayışı biten işletmelerin bir ayağı çukurdadır!
P. Drucker, ‘Maliyete dayalı fiyatlandırma’ başlıklı makalesinde bize şunu vaaz ediyor: “Maliyete dayalı fiyatlama değil, fiyata dayalı maliyetlendirme!” (Gün Gün P. Drucker/27 Temmuz)
Drucker’ın örneğiyle görüyoruz ki bu yöntem her şeyi daha verimli ve dayanıklı kılıyor.
***
‘Şirketlerimizi bu süreçte yıpratmamalıyız’başlığında bir tespit paylaşılıyor:
“Özel sektör, Türkiye’nin büyümesi için yatırıma, istihdama, ihracata devam ederken, bazı basın yayın organlarında ve sosyal medya hesaplarında şirketlere yönelik haksız ithamlar yapıldığı görülmektedir. Söz konusu şirketler kayıt dışına kaymadan, vergi mevzuatının hükümlerine uygun şekilde faaliyet göstermektedirler. Bu şirketlerin birçoğunda Yeminli Mali Müşavir ve Bağımsız Denetçi denetimleri de yapılmaktadır. Buna karşılık basında, vergi ve teşvik mevzuatını bilmeden, şirketlerin her birinin özel durumlarını ve tâbi oldukları düzenlemeleri, indirim ve istisnaları dikkate almadan yayımlanan haberler, kamuoyunu yanıltmakta ve sanayi işletmelerinin itibarlarını zedelemektedir. Ülkemize yatırım yapan, binlerce istihdam sağlayan, doğrudan ve dolaylı milyarlarca lira vergi ödeyen, ihracatla ülkemize düzenli döviz geliri sağlayan, Ar-Ge yatırımlarıyla katma değer yaratan şirketlerimize yönelik yapılan bu haksız yorumların art niyetli olduğunu değerlendiriyoruz.”
İşte bu da bir sosyal maliyet örneğidir. Bir istismar alanına dönüşen ‘basın özgürlüğünün’ toplum adına kendi ayağına sıkmak sonucundan başka bir şey üretmediğinin ispatıdır.
Mesleki etik ve ilkeler gözetilmediği anda ‘basının’ ne denli tehlikeli olabileceğini her gün yeni örnekleriyle yaşıyoruz.
Sermayenin ne dostu ne de düşmanıyım ama şu zor günlerde şirketlere yönelik saldırıların kasti ve örgütlü olduğunu ben de düşünüyorum.
***
‘Vergi adaleti ve kayıt dışılıkla mücadele öncelik olmalı’başlığında ise şöyle denildi:
“Şirketlerin sadece vergi levhalarındaki rakamlara bakarak o şirketin ödemesi gereken vergiden daha az vergi ödediğini iddia etmek ve yorum yapmak hakkaniyetli bir yöntem değildir. Kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi ve vergi adaletinin sağlanması için gerekli tüm adımların atılmasını destekliyoruz. Vergi politikalarında önceliğin kayıt dışılıkla ve kayıt dışılığın yol açtığı haksız rekabetle mücadele olması gerektiğini düşünüyoruz. Bu bağlamda, vergi sisteminin daha şeffaf ve adil bir yapıya kavuşmasını bekliyoruz.”
Vergi konusunun da bir istismar sahasına dönüşmemesi gerekiyor. Evet, vergide adalet şart ama geldiğimiz noktada az kazanandan az çok kazanandan çok vergi mantığı eşitlikçi mi?
Bir kuzeylinin dediği gibi ‘kurallar asgari düzeyde mantık içermelidir.’
22 yılda müteşebbisliğin önü sonuna kadar açılırken şimdi de ‘sen daha çok kazanıyorsun daha çok ver’ demek çağın aklına uygun bir çözüm olur mu? Bu, ayağına sıkmak değil de nedir?
Bizim müteşebbisliği teşvik etmemiz gerekir. Daha fazla girişime ihtiyacımız var. Bunun için tüm kaynakları verimli kullanmamız gerek. Kaynakları verimli kullanmak için yasalar yapmak yerine girişim cesaretinin etrafına vergi duvarı örmek ne gibi bir gelişim sağlayabilir?
Aslında vergide olay basit; kayıt dışılığı önle, vergiyi toplayabil, dar gelirliyi vergi yükünden kurtar yeter…
Vergi rekortmenlerine saygıyla…