Kendinizi kandırmayın!

Türkiye, pazartesi akşamı bir futbol müsabakasında yaşanan hakeme yönelik yumruk ve tekmeli saldırıyı konuşuyor.

TV’lerdeki programlara, sosyal medyadaki mesajlara bakınca ‘meğer ülkede şiddete karşı olan ne çok insan varmış’ hissine kapılıyorsunuz.

Peki, gerçekte öyle mi?

Tabi ki değil, şiddet her yerde.

Sokakta, trafikte, okulda, hastanede, adliyede, statta, Meclis’te…

Hepimiz hep bir ağızdan bu denli şiddete karşıyken bunca saldırganlık eylemini kim işliyor?

İşte o müsabakada yumruk atan şahsın kimliğiyle görüyoruz ki şiddetin bir tabakası yok!

Her katmandan insanımızın, şiddete eğilimi var. Ve yine bu katmanlar içinde doğrudan şiddetten beslenenler de yok değil.

Şiddetin bir tatmin aracına dönüştüğü toplum yapısında beylik laflarla duyarlılık gösterisinde bulunmak kolaycılıktan başka nedir?

İhtiyacımız olan, tüm toplum kesimlerinin şiddetle yüzleşmesidir.

Kabul etmeliyiz ki şiddet dille başlıyor, öyleyse bu sarmalı başlangıç noktasında çözmeliyiz.

Ama mesaja bak: ‘…şiddeti, şiddetle kınıyorum.’

Elbette insanın doğasındaki öfkeyi, nefreti ve şiddete meyli de anlamak mecburiyetindeyiz.

Örgütlü kötülüğün ürünü niteliğindeki planlı şiddet eylemleri kadar gündelik hayatın içinde şiddeti tetikleyen unsurlar üzerine de kafa yormalıyız.

Şiddete bir ‘refah sorunu’ olarak yaklaşan düşünce bağlamını genişletmeli, bilhassa sonuç değil süreç temelli olarak konuyu irdelemeliyiz.

Şiddet yaşandıktan sonra üzerine konuşma, düşünme ve tepki gösterme sorunu çözme değil geçiştirme gayretidir.

Şiddetin nedenselliğini olaylarda değil olgu ve algılarda aramak gerekir.

İnsanlık adına bir pembe tablo çizmenin, şiddetsiz bir dünya hayal etmenin hakikatle örtüşmesi güçtür.

Dolayısıyla şiddete karşı olmanın da bir ölçüsü olmak zorundadır. Çünkü görüyoruz ki insanları; cezalar caydırmıyor, ahlaki değerler terbiye etmiyor, inanç akideleri doğru yolda tutmaya yetmiyor.

Mantık içermeyen kurallar dizisinin, alevli bir zıp zıp küresine dönüştürdüğü bireylerden oluşan kitlenin galeyanı ve eylemlerine takılıp kalarak herkes için adil bir yargıya varmamız zordur.

İşte Türkiye Futbol Federasyonu’nun (TFF) yaşanan olay ve sonrasındaki tutumu, bir akıma kapılmış olmanın açık göstergesidir.

‘Yeter, yeter!’ diye çığlık atarak şiddete dair tarafgir bir yargıya yönelmek ve suçu karşıya atmak basitlikten ibarettir.

Şiddetin nedenselliğinde TFF’nin ve MHK’nın da sorumluluğu olduğu kabul edilmelidir.

Yaşanan olay sonrası TFF’nin aldığı ilk karar, ‘futbol liglerini süresiz ertelemek!’ Yahu bunun neresi mantıklıdır?

Sorunlara böyle çözümler bulmak yöneticilikse bu işi kahvedeki adam da yapabilir demektir!

Bu ülkede futbol takımlarının yolu kesildi, futbolcular dövüldü, otobüs kurşunlandı!

Taraftar otobüsleri taşlandı, gencecik çocuklar linç edildi, medya mensupları hastanelik oldu!

Yine geçmişte müsabaka anında hakem dövüldü!

Bugün bu popülizmin sebebi nedir?

Suç belli, suçlu belli!

Konu yargıya taşınmış durumda!

Siz de aklıselim ile elinizdeki yetkiyi kullanarak suçlu tarafa gereken cezayı verirsiniz olur biter!

‘Yeter, yeter!’ diye bağırmanın anlamı nedir? O makamın işin ‘yeter’ demek değil!

Giderek mantıktan uzaklaşıyoruz. Bu da bizi yönetme ve yöneticilik yapma becerisinden alıkoyuyor. Soruna, olay odaklı çözüm aramaya örnek işte bu TFF’nin halidir…

Düşünün ki bir olay yaşanıyor, bu olay Türk futboluna zarar veriyor. Olay sonrası alınan kararlar zararı telafi edeceğine daha büyük zarar veriyor.

Saygıyla…