Kızılcık Şerbeti -1
Kızılcık Şerbeti dizisini televizyonda izlemiyordum.
Ta ki sosyal medyada bir Nursema isyan dalgası oluşup, normalde kapalı görünce dudak bükenlerin bile RTÜK’e bayrak açtığı güne kadar.
İzlemeden yorum yapmayayım dedim ve bir süre boyunca sabrederek izledim diziyi.
Fikir doğru.
Açık kapalı, laiklik dindarlık tartışmaları gerçekten doğru. Hatta reelde ekrandan daha yoğun ve güçlü bir bölünme ve ayrışma olduğu da kesin.
Aslında dizinin birden müdavimi ve destekçisi olanların amacı, türbanı onaylamak ya da dindarları desteklemek falan değil.
Onlar üzerinden yeniden bir tartışma başlatıp ve hatta sözde destek olmak.
20 yıllık AK Parti iktidarı ve son 5 yıllık Cumhur ittifakı boyunca şeriat söylemlerini diline pelesenk edenlerin, gelmeyen şeriat üzerinden yaptıkları yeni bir oyun bu.
Bu ülkede nasıl laik bir işleyiş varsa, kişisel hak ve özgürlükler tüm din ve mezhepler için de geçerli.
Bunu gayet iyi bilen hatta uygulayanlar ise en çok diziyi köpürtenler.
Dindar bir ailenin kızı olarak istemediği biriyle evlendirilen Nursema’nın başkaldırışı ise laikliği kendilerine tescilli zanneden bir kısım için tam bir manifesto niteliğinde.
Bakın neler oluyor bu başı kapalı camiada, kızlara neler yapılıyor, kadına şiddet var, koşun şeklinde bir üst perdeden çıkış.
Evet, bu ülkede kadına şiddet var.
Kendimizi bildik bileli, var olduk olalı, üzülerek ve kızgınlıkla söylüyorum ki kadına şiddet var. Yaş, iş, sosyal durum, din ve coğrafya tanımayan bir şiddet.
Erkek şiddeti.
Bundan muzdaribiz, bununla muhatabız ve bu yüzden üzgünüz .
Ancak diziler bizim ne rol modelimiz ne de doğruyu öğrenmek adına bize açılan bir kapı değil.
Ekrana reyting amacıyla çıkan her yayın gibi Kızılcık Şerbeti dizisinde de gerçek ve yanıltıcı anlar, sahneler var.
Çünkü her dizide olduğu gibi asıl maksat toplumu bilinçlendirmek ya da mesaj vermekten öte izlenmek, dizinin devamını sağlamaktır.
Bizim toplumumuzda ise dizileri çoğu zaman gerçeğiyle kıyaslarız. Dizide ölen karaktere cenaze düzenler, arkasından ağıtlar yakar özel günlerde hatırlarız.
Oysa tüm dünyada çok büyük bir endüstri olan dizi sektöründe, karakterlerin giydiği giysiler, taktığı takılar; hatta sürdüğü kokular bile bir satış politikasının, bir toplum mühendisliğinin sonucudur.
Biz bu mühendisliğin bir parçası olmayı çoktan tercih etmiş, çoğu zaman maruz bırakılmış, kısmen de bir bakıp çıkarım sonra deyip, içine dalanlardan olmuşuzdur.
Ama ‘Kızılcık Şerbeti’ üzerinden yapılmaya çalışılan, dizinin vermeyi istediği mesajdan çok, o mesajı farklı bir alana çekmeye çalışanların dayanışması.
Gittiği mekânda başı örtülü görünce çıkan, aynı sahilde türbanlı denize girenleri küçümseyen zihniyetin sahip çıktığı bir algıya dönüşmedi mi Nursema’nın manifestosu.
Bunlar bugünkü gözlemlerim.
Yarın ise dizinin gerçeklikle ilgili duygusunu ve vermek istediği mesajı nasıl doğru algılamamız gerektiğini anlatacağım ki, bir yanlışa sebep olmayayım.
Hatta bu arada söz 6284’e gelirse, onu da ekleyebilirim.
Maksat kan kusup ‘Kızılcık Şerbeti’ içtik dememek…