Önce dirençli toplum inşası gerek…

17 Ağustos’un yıl dönümünde yine ‘depremi’ konuştuk.

Beylik ifadeler, asırlık ezberler, akademik klişeler ve politik mazeretler gündemi işgal etti.

Oysa yaşıyor, görüyor ve biliyoruz ki hem ülke hem de kent olarak depreme hiçbir yerde hazır değiliz.

Ne öncesi ne yaşandığı an ne de sonrasında depreme dair yeterli sayılabilecek toplumsal bir farkındalığımız ve yetkinliğimiz var.

Depreme hazırlanmayı, salt yapıları ‘dirençli hale getirme’ başlığına sıkıştırdığımıza o gün yapılan açıklamalarla bir kez daha şahit olduk.

Dirençli yapılar yapabilmek, dirençli kentler kurabilmek için temel şartın ‘dirençli toplum’ olduğu gerçeğinin bir kez daha görmezden gelindiğine tanıklık ettik.

Dirençli toplum inşa edemeyen ülkelerin sorunu tanımlaması da çözüm önerileri de ezbere dayalı ve gündelik kalıyor.

İçinde bulunduğumuz ekonomik şartlar altında toplumsal direncin giderek zayıfladığını görmek zorundayız.

İnsanları, riskli yapılara mecbur eden şartların ekonomik nedenlerini görmeliyiz.

Toplumsal refahı, eşitlenmeyi ve bilinci sağlamadan yapıları ve şehirleri afetlere hazır hale getirmek mümkün müdür?

Asla değildir!.. Kim imkânı varken bile isteye riskli yapıda yaşamayı tercih eder ki?

Öte yandan yalnızca mühendislik hizmeti almamış yapılardan ibaret bir risk tanımı yapmak ve kent kimliği içinde ‘çöküntü bölgesi’ diye tariflenen alanlara önceliği vermek bir önyargı değil midir?

Mühendislik hizmeti almış fakat artan maliyetler nedeniyle bugün imalatı hatalı veya eksik yapılmış sayısız yeni yapı var kentimizde.

Demirden, çimentodan, işçilikten çalınarak inşa edilmiş projeli yapıların projesiz gecekondulardan daha güvenli olduğu düşünülebilir mi?

Enflasyonun yalnızca ekonomiyi değil toplumsal ahlakı da bozduğu gerçeğinden hareketle bu dönemde yükselen yeni yapılara güvenle bakmak pek de mümkün değil.

Kaldı ki denetim sisteminin sağlıklı işlemediği de insan faktörünün her yönüyle etkin unsur olduğu da orta…

İstenilen belgeyi satın alınabilme kolaylığı bir tartışma konusu değil mi?

Öyleyse yeni yapılarını dirençli üretemeyen bizler eski yapılarımıza odaklanarak çözüm üretebilir miyiz?

Üretemeyiz!

Peki, ne yapmalıyız?

Bugün topyekûn toplumun ekseriyetinin öncelikli sorunu olan refah, hayat pahalılığı, geçim sorununu yeterince tespit edemediğimiz gibi çözüm de üretemiyoruz.

Bireysel ve çıkar gruplarının kazanımına odaklanmış bir ekonomik akışta toplumsal kan kaybını önemsemiyor, vahşi bir sahiplenme yarışında ezenin üstünlüğünü kutsuyor ve altta kalanın canı çıksın umursamazlığıyla her işi ‘gerektirdiği doğruluğun’ dışına çekebiliyoruz.

Çarpıklıkların arttığı bu dönemde doğal depreme hazır olmayı konuşurken toplumsal depremi yadsıyoruz.

Kentsel dönüşümü binaları güvenli ve yeni kılmanın çözümü olarak görürken tüm örneklerde olduğu gibi bu yöntemin toplumsal dönüşüme katkı sağlamadığını görmüyoruz.

Düşünün ki bir riskli yapıda dönüşüm öncesi ve dönüşüm sonrası kat maliki profili hem ekonomik sınıf hem de kimlik anlamında değişiyorsa üretilen sonucun toplumsal ilerlemeye bir faydası olduğu söylenebilir mi?

O zaman depreme hazır olmak için önceliğimiz toplumun ekonomik tablosunu ortaya koymaktır.

‘Toplumsal eşitlenme’ başlığına odaklanmak ‘barınma hakkı’ kavramına toplumsal bir sorumluluk çerçevesi kazandırmaktır.

Yani güvenli yapıda oturan, refahı yüksek vatandaşın riskli yapıda oturan dar gelirliden sorumlu olduğunu fark etmemiz gerekir.

Ki 6 Şubat’ta öyle olmadı mı?

Doğru zamanda doğru yerde doğru kişiyle paylaşmayı bilmememiz bize acıyı ve ekonomik çöküşü pay etmedi mi?

Etti. 11 ildeki afetin maliyeti, 85 milyonun küfesine yüklendi.

İşte bu nedenle yapmamız gereken öncelikli iş toplumsal refahtaki adaletsizliği ortadan kaldıracak ‘paylaşım ekonomisini’ inşa etmektir.

Ne demek paylaşım ekonomisi? Ülke refahından pay alamayan milyonların hakkını teslim etmek. İş gücü piyasasında ‘asgari ücret’ garabetine son vermek ve patronlar dünyasının insan kaynağına yaklaşımını ‘insan onuruna yaraşır’ bir seviyeye çekmek…

Hem insan kaynağı bulamamaktan yakınıp hem de emek sömürüsünden geri durmayan bir sermaye yaklaşımını terk etmek, ilerleme ve büyümenin yolunun ancak hep birlikte olabileceğini görmek gerek.

Yoksa bireysel anlamda siz istediğiniz kadar zenginleşin gün gelir hepsi bir anda yerle bir olur…

Sorunu doğru tespit edebilen ve çözüm üretebilenlere saygıyla…