Seçim de seçim!

Kıymetli okur,

10 yıl gibi geçen 10 günü geride bıraktık.

Tarihimizin en büyük felaketinde 13,5 milyon insanımızı etkileyen depreme on binlerce can verdik.

Yüz binlerce vatandaşımızın yaralı kurtulduğu afet, ömrümüzden ömür aldı.

Her yönüyle insani yükünün altında kaldık.

Ekonomik maliyeti ise henüz boyutlandırabildiğimiz bir noktada değil.

Depremin ilk günlerinde uluslararası kuruluşların 4 milyar dolar gibi öngördüğü maliyete ilişkin TÜRKONFED, 84,1 milyar dolarlık bir tahminde bulundu.

Ancak öyle görünüyor ki en iyimser rakamla bu afetin ekonomimize açtığı gedik 100 milyar doları aşacak. Bu rakamın altından kalkmak çok zor.

Düşünün ki ülkemiz 1 yılda toplam 250 milyar dolar seviyesinde ihracat yapıyor. Neredeyse bunun yarısı kadar bir ekonomik tahribata neden olan bu büyük felaketin yaralarını sarmak hiç de kolay değil.

Kelimenin tam anlamıyla bir dayanışmaya ihtiyacımız var. Dün, İçişleri Bakanı Sayın Süleyman Soylu deprem nedeniyle bölgeye 1 yıl boyunca yardım ve desteğin aralıksız devam etmesi gerektiğini belirtti.

Depremin bizden aldığı canların yanında götürdüğü yılları da hesaplamalıyız. Böylesi afetlerin yalnızca mağdurlarını değil topyekûn bizi ilgilendirdiği ve maliyetini birlikte sırtladığımızı kabul etmeliyiz.

Lider Haber televizyonunda 6 Şubat’tan bugüne kadar süren ‘deprem özel’ yayınlarında ilk defa biz, 10 ilde zorunlu deprem sigortası oranının yüzde 49’lar seviyesinde olduğunu duyurduk.

Doğal Afet Sigortaları Kurumu (DASK) verilerine göre 2 milyon 175 bin adet konutun bulunduğu bölgede 1 milyon 52 bin konutun sigortası bulunuyor. Kalanı sigortasız. Kabaca her 2 konuttan birinde sigorta yok.

Üstelik Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum açıkladı: Yıkılan binaların yüzde 95'i 1999-2000 öncesi yapılar…

Daha neyi konuşuyoruz?

Birinci derece deprem kuşağında yer alan ülkenin halkı, can ve mal güvenliğinin en büyük tehdidi karşısında bu kadar duyarsız olabilir mi?

Kaldı ki bu deprem sigortaları da zorunlu olduğu halde bu seviyelerde kalmış.

Elektrik, su ve doğal gaz abonelikleri için gerekli belgeler arasında yer alan sigorta poliçesi, çoğu zaman 1 kere yapılıyor sonra yenilenmiyor.

Yine çoğu zaman prim düşük kalsın diye konut metrekaresi, bina yaşı gibi kriterler gerçeklilikle ilgilisi olmayan düzeylerde gösteriliyor.

Bu sorumsuzlukla nasıl mücadele edeceğiz?

Edemiyoruz! Bu nedenle de her defasında böyle enkaz altında kalıyoruz. Bu kez de kaldık. Fakat bu defa sadece bedenen ve ruhen değil zihnen de enkaz altındayız.

Ciddi anlamda bir akıl tutulması yaşanıyor. ‘O yok’, ‘bu yok’, ‘geç kalındı’ falan filan tartışmaları yapılıyor. Dün 228’inci saatte bir anne ve iki çocuğu enkaz altında çıkarıldı.

Düz mantık itibarıyla bu saatler görüldüyse zaten geç veya erken gibi konuları tartışmanın anlamı yoktur! Şayet bir noktada olsa bu saat görülüyorsa elbette ki geç kalınmış demektir! Lakin el insaf! 10 il enkaza döndü! Bunun bir savaştan farkı yok! Bu saat dilimi bile bize felaketin boyutunu anlamlandırmak için yeterlidir. Tabi anlamak isteniyorsa!

Peki, bunu anlamak istemeyenler amacı ve hedefi ne olabilir?

Konuşulması gereken afetin boyutları ve bu ölçekteki zararı hep birlikte sarabiliyor olmaktır.

Ne yazık ki birilerinin aklı, başka yerlerde!

Ve o birileri siyasi hesaplar peşinde; ilk günden beri seçim propagandası yapıyor.

Sözde demokrat ve demokrasiyi savunan beyler, 13,5 milyon vatandaşın etkilendiği 3 milyona yakın vatandaşın yerinden ve yurdundan ayrıldığı bu felakette anında dahi ‘ne olursa olsun seçim yapacağız’ ifadeleriyle çığırtkanlık yapıyor.

O insanların oy hakkını kim savunacak? 85 milletvekili bulunan bölgede enkaz üstüne kuracağız!

Öte yandan Allah aşkına seçimde ne olacak? Kazanacağınızı mı sanıyorsunuz? Daha adayınız belli değil!

13 Şubat’ta açıklayacaktınız. Deprem oldu eliniz ayağınıza dolaştı. 14 Mayıs’ta olsa tam 3 ay var. Bu zamanda kime ne anlatacaksınız?

‘Depremin sorumlusu Erdoğan’ demenin dışında hangi sözü, hangi politikayı, hangi projeyi ortaya koyabileceksiniz?

Tüm paradigmanızı ‘Erdoğan nefreti’ üzerine inşa ediyorsunuz. Özgürlükçü değilsiniz. Demokrasiyi savunduğunuzu söylerken dahi bir kesimin üstün haklarını ve demokratlığını, tepeden inmeci ve toplumsal talebe dayanmayan yaklaşımı savunuyorsunuz.

‘Yönetemiyor’ diyorsunuz ama yönetimsizlik vadediyorsunuz. Cumhurbaşkanı seçilecek ama 6 genel başkandan talimat alacak. Onların izni olmadan karar alamayacak.

Kıymetli okur, düşünün ki böylesi bir iktidar da deprem olsaydı neler olurdu?

10 ilde OHAL ilanı için sizce kaç toplantı yapılırdı ya da bu toplantılar kaç saat sürerdi? Mehmetçik bölgeye gitsin diye kaç kez buluşulurdu? O buluşmalar da ne yenilirdi acaba?

Daha fazla saymaya gerek var mı?

Tabi ki yok!

Ülkemizin içinde bulunduğu bu şartlar altında bile siyasi hırslarına yenilenlere gerçekten üzülüyorum.

Çok mu zordu o bölgede bakanlarla birlikte çalışmak? Çok mu zordu AFAD’a destek olmak?

Hayır değildi! Ama bunlar yapılırsa o beyler ne konuşacak? Kimi kötüleyecekler? İşte o yüzden bu seçim de seçim inadı!

Korkmayın seçim olacak. Halk iradesi elbette ki tezahür edecek. Ama bu zor günde yaptıklarınız unutulmayacak. Bu tartışmanın utancı bir kara leke gibi hep hatırlanacak.

Bakın AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik ne dedi: “Canlarımızı kurtarmanın ve yaraları sarmanın mücadelesini veriyoruz. Seçim ya da başka bir şeyin konuşulması söz konusu bile değil. Cenazelerimizi defnederken, yaralılarımıza sahip çıkarken böyle bir şeyi hiçbir şekilde konuşmayız. Bu tip konuşmaların da bizimle bir ilgisi yoktur.”

Soralım o beylere bu açıklama yeterli mi?

Elbette onlara bu da yetmez!

Esen kalın…