Sevgili ailem...

Ailemiz, hayata gözümüzü açarken de kaparken de yanımızdadır. En zor anımızda yanımızdadır. Doğduğumuzda veya öldüğümüzde bizi sahiplenirler. Aile içinde borç yoktur, alacak yoktur, kin yoktur. Akdine paylaşma, yardımlaşma, kucaklaşma hiç eksilmez. Bir yere ait olma ihtiyacı fiziksel ruhsal toplumsal ihtiyaçlarımızdan biri ve en önemlilerindendir aile. Kim olduğumuz nereye ait olduğunuz öyle önemli ki.
Bir ailenin içinde olmak ne kadar önemliyse, sonra da yeni bir aile kurup oraya ait olmak da çok önemseniyor toplumumuzda. Bu bir korunma, güvende olma, sevilme, sayılma, aidiyet ihtiyacıdır. Hepimiz aç kaldığımızda, üşüdüğümüzde, acılarımızla olan birlikteliğimizde, dışlanmışlığımızın, itilmişliğimizin travmasıyla bir ömür yaşıyoruz. Bu nedenle aile fiziksel ihtiyaçlar yüzünden değil, ruhsal ve toplumsal ihtiyaçlar itibari ile de zihnimizde kutsallaşıyor. Güvende olmak inanmak, sevmek, bağlanmak, korunmak. Bütün bunlar ailemizin bizi kucaklayan özellikleridir. Ailemizin bize cömertçe karşılıksız sunduğu yüce şeylerdir. Konfüçyüs’e sormuşlar bir memleketi yönetmeye Çağırılsaydınız yapacağınız ilk iş ne olurdu?
Cevap vermiş, hiç kuşkusuz dili gözden geçirmekle işe başlardım ve devam etmiş. Dil kusurlu olursa sözcükler düşünceyi anlatamaz düşünce iyi anlatılmazsa yapılması gereken şeyler doğru yapılamaz. Ödevler gereği gibi yapılmazsa töre ve kültür bozulur. Töre ve kültür bozulursa adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan saparsa şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını işin nereye varacağını bilemez. İşte bunun içindir ki hiçbir şey dil kadar önemli değildir.
Ailede milletin en küçük parçası olduğuna göre bir aileyi içinde kullanılan dil çok özeldir. Ev büyükleri, nineler, dedeler, anneler, babaların ve çocuk seslerinin bir evde duyulmadığı an olmaz. Bir evde suskunluk varsa sen o aileden kork derdi yaşlılarımız. Suskunluk bir ailede korku, baskı, vazgeçmişlik, tükenmişlik demektir. Her ailede suskunluk bir kenara atılıp konuşulması önemlidir. Mesela ben bir suç işlediğimde, rahmetli babamın bakışından korkar, rahmetli anamın yüreklerde üzüntü bırakmayan söylenişlerini hala tebessümle ararım. Top oynamaya izinsiz gittiğim için yediğim kızılcık fışkınının (sopasının) tadını! Hala unutamam. Biz de baba otorite figürü olarak görülür. Baba az konuşup yüz göz olmazdı. Bu tarz günümüzde tartışılır ve doğrudur da. Otorite, az konuşup surat asmak, uzlaşmayı reddedip, kestirip atmak değildir ki! Türk toplumunda özellikle kadınları en zor durumlar da, nihai çözüme ulaştıran söz diyaloglarını (çene düşüklüklerinin) aile içinde kenetleyici olarak görürüm. Bunun yanında her ailenin bir dili olduğuna inanıyorum. Çocukluğumuzda hepimizin, yaşadığımız ailemizle özel ortak bir anlaşma dilimiz, espirilerimiz ve anılarımız vardır. Hiç kimsenin göremeyeceği ve anlamayacağı bir olayı hatırlatan bir cümle, cümleyi bırakın anahtar bir sözcük bile kahkaha attırıp veya ağlatacak anlık duygu değişimini yaşatabilirdi. Siz başka bir aileyle yaşarsanız başka bir ülkede yapayalnız kalmış gibi susup kalırsınız. Belki konuşulanlar aynı dil aynı Türkçe ama sizi güldüren sizi ağlatan bir kendine özel şifrelenmiş bir dil etkisi yoktur. Velhasılı
her ailenin apayrı bir dili vardır. Kimsenin ayrılıp gidemediği konuştukça bağlanan bir sohbet ortamıdır aile. Lütfen ailenizi varken sevin yanında olun. Ailesiyle beraber gülüp ağlayanlara ailesi ile bütünleşebilenlere ne mutlu.