Türk kültüründe nevruz

 

 

Türk kültüründe Nevruz; doğuş, diriliş anlamına gelir.

Aynı zamanda baharın başlangıcı sayılır ve bir takvim değişikliğini anlatır.

Türk kültüründe Nevruz’un bir diğer adı da Ergenekon’dur.

Milletleri meydana getiren temel unsurlardan biri de “kültür” değdiğimiz maddi ve manevi değerlerdir. Dil, örf, adetler, inançlar, sanat ve edebiyat, bir toplumun geçmiş yüzyıllardan akıp gelen toplamların sosyal değerleridir. Bu bakımdan milletlerin varoluş sebeplerinden ve en önemlisi sayılmıştır.

Kültürler arasında farklılıklar vardır. Çeşitli bölgelerde ortaya çıkan insan toplulukları arasındaki farklılıkların, yarattıkları kültürlerde kendini gösterir. Kültür unsurlarının diğer özelliği de milletlerin kültürlerinin zorla değiştirilmeyeceği gerçeğidir. Kültür unsurları kendi kendine, mensup olduğu milletin ırkı ve ruhi yapısına uygun olarak değişip gelişebilir. Bu gelişme kültürlerin devamlılığını zenginleşmesini sağlar.

Kültürün bir diğer en önemli unsurlarından biri de mitolojik inanışlar ve rivayetlerdir. Bilindiği gibi Türkler, tarihleri boyunca birçok dine girmişlerdir. Bu dinlerin çeşitli kültür kalıntıları yeni bünyeye kazandırılarak günümüze kadar gelmiştir. Mukaddes bir varlığa inanma ve mukaddes varlık etrafında meydana getirilen inançlar, insan düşüncesinin derinliklerine kök salmış kuvvetli bir ihtiyacın mahsulleridir. Bu özelliğiyle millet bağının kuvvetlendiren önemli bir unsur niteliğindedir.

Mitolojiden hareketle ortaya çıkan inançlar, dinler ve bunların getirdiği ahlak felsefesi, örf ve adetler zamanla hukuk dediğimiz müesseseyi meydana getirmişlerdir. Buna rağmen örf ve adetler cemiyet içinde varlığını kuvvetle hissettirmekte devam etmiştir. Adetler kanun kuvvetinde olmayıp alışkanlık sebebiyle yapıla gelen ve yapılmasının uygun olduğuna inanılan hareketlerdir. Ancak cemiyet bu adetleri bir devranmış olarak telakki etmeyip cemiyetin nizamlayıcısı olarak telakki ederse artık bunlar örf haline gelmişler demektir.

 

Kültür unsurları arasında en az değişen ve değişmenin en uzun süreli olanı örf ve adetlerdir. Milli kültürü yozlaştırmak, yok etmek, milli unsurlar üzerinde şüphe yaratmak, milli tarih konularında havadan açıktan yayınlarda bulunmak, bugün Türk düşmanlarının en çok takip ettikleri metottur. Kaleleri içeriden ele geçirmek yanı “ülkeleri parçala, böl yok et” prensibi emperyalist politikaların hedef seçtikleri ülkelere karşı uyguladıkları genel bir strateji unsurudur. Bu strateji içinde milli kültür düşmanlığı, milli kültürün yozlaştırılması, milli kültür değerleri üzerinde, başka sahipler aranması en geçerli silah olarak kabul edilmektedir. Günümüzde bu gibi faaliyetlerin şiddetini gittikçe artırarak devam ettiği ortadadır. Özellikle yurt dışında faaliyet gösteren bölücü unsurlar, milli kültür değerlerine sahip çıkmaya bunları tahrif etmeye, yalan propaganda unsuru olarak kullanarak dünya kamuoyunu yanıltmaya çalışmaktadır.

Özellikle Yurt dışında Türkiye ve Türklük aleyhine faaliyet gösteren Marksist-Leninist ve bölücü unsurlar, batı kamuoyunun konuyu bilmemesinden yararlanarak “Nevruz’u istismar etmeye çalışmaktadırlar. Çeşitli batı ülkelerinde yapılan toplantılarda, her yıl tekrarlanan senaryo gereği konu tekrar tekrar gündemde tutulmaktadır.

Nevruz”un Türk kültür hayatındaki yerine kısaca değindikten sonra, Mete Han’dan Atatürk’e uzanan tarihi süreçte, geleneksel Türk kültürü içinde Nevruz/Ergenekon Bayramı olarak kutlanmıştır. Yenisey-Orhun çevresinden, Altaylara, oradan da Hun Türklerinin Avrupa'ya yürümesiyle Macaristan'a ve Balkanlar'a ulaşmış, 800'lü yıllardan itibaren de Hazar Denizi’nin güneyinden Anadolu'ya ve Mezopotamya denilen bölgeye taşınarak daha geniş bir coğrafyaya yerleşmiştir.

Tabiatla başa başa yaşayan ve toprağı dört ana unsurdan sayan Türkün düşünce sisteminde Nevruz; doğuş, diriliş anlamına gelir. Türk dünyasının tamamında yaygın olarak kutlanan Nevruz Bayramı törenleri, bahara duyulan özlemi anlattığı kadar, bir takvim değişikliğini de ifade eder. Bu takvime göre, yılların ve ayların adları, hayvan isimlerine bağlı olarak söylenmiş ve yeni yılın başlangıcı olarak 21 Mart temel teşkil etmiştir.

Burada dikkati çeken husus, baharın başladığı zamandır. Türkler, bu takvim değişikliğini "toprağın uyandığı gün" ile özdeşleştirmişler; “varoluş ve diriliş günü” şeklinde algılamışlardır. Böylece Nevruzu yaratılış felsefesi diyebileceğimiz manevî bir kimlikle donatmışlardır.

 

Türk topluluklarının İslamiyet’i kabul etmesiyle birlikte Nevruz kutlama törenleri, (adet ve gelenekleri), dinî öğreti ile çatışmadan “sürgün avı, toy, şölen, yuğ vb. gibi âdetlerden biri olarak devam ettirilmiştir. “Yeni yılın başlangıcı, yenilik, coşku, canlanma, uyanma, dirilme” gibi nitelikleriyle bir bütün olarak günümüze, Türk dünyasının ortak kültür mirası olarak nesilden-nesile intikal ederek gelmeyi başarmıştır.

Bayramın insanlar arasındaki sevgi, saygı ve dayanışmayı sağlayan özelliğinden bile habersiz bu bölücü çevreler, insanlık dişi bir davranışla her yıl bu günü kanlı eylemlerine bir başlangıç yapmaktadırlar. Emperyalist güçlerce yaratılmak istenen suni bir topluma mal edilmeye çalışılan Ergenekon Nevruz bayramı Türk kültürü bünyesinden koparılmak istenmekte ve bu konuda gayret gösterilmektedir.

Türklerin en önemli örflerinden birisi olan 21 Mart Yılbaşı, Ergenekon’dan çıkış günü olan Nevruz Bayramı, bu gün Türk dünyasında Sultan Nevruz adıyla devam etmektedir. Farsça “Nev” yeni, “Ruz” gün kelimelerinin bir araya gelmesinden oluşan Nevruz kelimesi Yenigün demektir. Nevruz’un İran coğrafyasında da kutlanması, ister istemez Türklerin yılbaşısın olan 21 Mart Nevruz bayramı üzerinde şüpheler yaratmıştır.

Özellikle hiçbir kültür unsurunu Türklere yakıştırmayan ve her Türk kültür unsurunun altında başka milletler arama hastalığındaki Türklük düşmanı çevreler, derhal o kültür unsuruna sahip bulabilirler, mesele bu kadar basit.

-Bayramlar insanlar arasındaki karşılıklı sevgi ve saygının perçinlendiği gündür.

-Bayramlar insanların birbirleriyle olan dargınlıklarını unuttukları barıştıkları karışça kucaklaştıkları gündür.

-Bayramlar toplumda milli birlik ve beraberliğin bir arada yaşama arzusunun kuvvetlendirildiği gündür.

-Bayramlar milli ve dini duyguların, inançların örf ve adetlerin uygulandığı, sergilendiği, bir toplumda millet olma şuurunun şekillendiği kuvvetlendiği gündür.

Ergenekon/Nevruz gibi ta Doğu Türkistan’dan Anadolu’ya, ana doludan Balkanlara kadar Türk toplumlarınca binlerce yıldır kutlanan ve hala kutlanmakta olan bu bayramı “Zalim Dahhak”ı zulmünü dahi arattıracak olan çevrelerin anması mümkün değildir. Ona sahip olmak için, o bayramın mahiyetini bilmek, anlamak, o bayram etrafında gelenekleri oluşturmak, atadan-oğula miras bırakmak, tam ifadesiyle millet olmak gerekir.

En eski Türk âdetlerinden, bayramlarından biri olduğu bilinen Nevruz, kültürel iletişimin bir gereği ve sonucu olarak çeşitli kültür çevrelerinde farklı anlamlara gelmekle birlikte, farklı isimlerle anılmakta ve kutlanmaktadır. Çeşitli kaynaklarda Nevruz/Navruz; Güneş Yılı ile Ay Yılı arasında 13 günlük bir fark bulunduğundan, 21 Mart tarihi, bazı topluluklarda 9 Mart, 1-3 Nisan veya 21 Haziranda kutlanabilmektedir. En eski Türk takvimi olan "12 Hayvanlı Türk Takvimi"nde de yeni yıl 21 Mart gününde başlar.

Nevruz Bayramı törenler içinde kutlanan ve Nevruzla ilgili olduğunu düşünülen başka terimler de vardır:

Ulusun Ulu Günü, Ergenekon/Bozkurt, Yeni Gün/Yeni Yıl/Yılbaşı /Yıl tefli, Bereket Bayramı, Bahar Bayramı, Yörük Bayramı, Yumurta Bayramı, Döl dökümü, Kış Bitti Bayramı ilkyaz, yeniden dirilişi, Hızır Nebi, Hıdırellez, Koç Katımı, Ekin Salavatlama, törenleri, 21 Mart’tan önceki Perşembe veya Cuma günü Ölü Bayramı/Kabir Üstü, Ahır(Son) Tek (Salı günü; 7 Levin gecesi, Baca baça/Çocuk ve gençler bayramı (çocuklar gündüz, gençler güneş batımından sonra akşam ev ev dolaşarak bayram payı, hediyeler toplarlar.)

Bu arada Nevruz kutlama törenleri içinde Türkler tarafından “Kara Çarşamba” diye adlandırılan gün, İskit İmparatoru Alp Ertunga’nın Medler tarafından tuzağa düşürülerek kalleşçe öldürülmesi olayıdır ki, Türkler bu günü yas günü, Farisi toplumlarda bayram sayılmakta ve kutlanmaktadır

Nevruz Türk destanları içinde karşılığını Ergenekon'da bulmuştur. Nevruz kutlamalarının bir diğer adı da "Ergenekon Bayramı"dır. Bu isim geçmişten günümüze kadar hâlen çeşitli Türk boyları arasında canlılığını korumakta, aynı zamanda milletin destanların gücüyle birbirlerine olan güven bağını güçlendirmektedir. Ergenekon da böyle bir gelenektir.

Ergenekon destanı, çoğu kaynaklara göre, Büyük Hun Devleti döneminde teşekkül etmiştir. Hatta Çian Ken'in M.Ö. 119 yılında, Çin imparatoruna sunduğu bir raporda, bu destandan söz ettiği bilinmektedir. Büyük Hun birliğinin Çinlilerle birleşen bozguncu boyların hücumu ile dağılıp yok oluşu sırasında, Altay Dağları çevresine göçen Gök Türklerin hikâyesi destanda; Kayıhanlı ve Dokuz Oğuzların göçü olarak anlatılır.

İlk defa 13. asırda tarihçi Reşîdüddin tarafından yazıya geçirilen Ergenekon Destanı bir bakıma, Göktürkler'in doğuş destanıdır. Reşidüddin’in “Câmiü’t-Tevârih” adlı kitabında kaydettiği bu rivayet/efsane, bu eserde Moğollaştırılmıştır. 13. asırda yazılan eser, Ebulgazi Bahadır Han’ın Şecere-i Türkî adlı eserine de kaynaklık etmiştir.

Nevruz ile ilgili tarihî bilgiler; Yusuf Has Hacib'in Kutadgu Bilig adlı eserinde yapılan bahar tasviri, Türklerde baharın gelişinin bir bayram olarak kutlandığını göstermektedir.

Kaşgarlı Mahmut’un Divan-ü Lûgat-i Türk’te baharın gelişi bir bayram havasında anlatılmakta, tabiattaki değişiklik, canlanma "Yeryüzüne ipek kumaştan döşek serilmesi, dünyanın nefesinin ısınması, yağmur tanelerinin saçılmasıyla açan inci, mercan çiçeklerinin yeryüzünü cennete çevirmesi ve soğukların artık hiç gelmeyeceği" şeklinde tasvir edilmektedir:

Nizamü'l-Mülk, 11. yüzyıl yazarı olarak Siyasetnâme adlı eserinde bu bayramdan söz eder. Bu bayramın aynı zamanda yılbaşı olduğunu belirterek Nevruz geleneklerini anlatır.

Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah zamanında kullanılan Celâlî Takvimi’nde yeni yıl 21 Mart’ta başlar. Çin kaynaklarında, Hunların milattan yüzlerce yıl önceleri 21 Mart'ta hazır yemeklerle kıra çıktıklarını, bahar şenlikleri yaptıklarını, bugün Nevruz kutlamalarındaki geleneklerin o zamanda da yer aldığını biliyoruz.

Aynı gelenekler, Hunlardan sonra Uygurlarda da görülmüş ve bugüne kadar uzanmıştır. Çağdaş Uygur resminde Uygurların Nevruz kutlamalarını temsil eden tablolar yapılmıştır. Nevruz'u İran geleneğine bağlayan Firdevs’inin Şehnamesi ve diğer kaynaklar yanıltıcıdır. Çünkü Nevruz hakkındaki bilgiler orada, 11. yüzyıldan itibaren görülür. Milâttan önceki Türk dünyasında Nevruz birçok sebebe bağlanarak kutlanmaktadır.

Birçok İslami kaynakta ise, Nevruz gününe temel olduğuna inanılan olaylar şu şekilde anlatılır: Kur’an’ın indirilmeye başlandığı gün, Hz. Ali'nin doğum günü, Hz. Ali ile Hz. Fatma'nın evlendiği gün, Hz. Musa’nın asasıyla Kızıldeniz’i yararak kendisine inananları kurtardığı gün, Hz. Yunus’un balığın karnından kurtulduğu gün, insanlığın atası Hz. Âdem’in çamurunun yoğrulduğu gün, Hz. Âdem ve Havva’nın cennetten kovulduktan sonra Arafat Dağında yeniden buluştukları gün, Nuh’un gemisinin karaya oturduğu, İbrahim Peygamberin yakılmak istendiği, Hz. Yusuf’un kuyuya atıldığı, Hz. Musa’nın Mısır’dan ayrıldığı, güneşin Koç burcuna girdiği, gece ile gündüzün eşitlendiği, baharın ve yeni yılın başladığı, Türklerin Ergenekon’dan çıktığı gün şeklinde yorumlanmıştır.

Selçuklularda Nevruz bayramının eğlencelerle kutlandığı, şenlikler yapıldığı, özel yemekler pişirildiği, özel hediyeler alınıp verildiği bilinmektedir. Selçuklularda yılbaşı, güneşin Koç burcuna girdiği gün olan Nevruz günü olarak kabul edilmiştir.

Osmanlı devrinde de Nevruz, çok canlı biçimde kutlanılmıştır. Çeşitli kaynaklarda Osmanlı padişahlarının Nevruz tebriklerini kabul ettiklerini, halkın arasına katılarak Nevruz coşkusuna ortak olduklarını kaydetmekte ve padişahın katıldığı bu törenlere Nevruz-ı Sultânî isminin verildiği belirtilmektedir.

Nevruziye”ler yazarak padişahın Nevruz Bayramı’nı kutlayan Klâsik dönem şairlerinin, ayrıca bu şiirlerle baharın gelişi, cihanın tazelenişi, çiçeklerle bezenişi, tabiatın âdeta yeniden dirilişini ve bu mevsimde yapılan eğlenceleri anlattıklarını görüyoruz.

Osmanlı ailesini çıkarmış olan Kayı boyuna mensup Karakeçililerin 21 Mart tarihinde Ertuğrul Gazi'nin türbesi etrafında toplanarak burada bayram yaptıklarını biliyoruz. Bu bayramın bir diğer adı da "Yörük Bayramı"dır. Yine günümüzde de devam eden Manisa Mesir Şenlikleri’nin de yukarıda kısaca belirttiğimiz gibi “Nevruziye” denen çeşitli baharatlardan yapılmış macunların sarayla birlikte, halka ikram etme geleneği şekline dönüştüğü ve Nevruz’la ilgili olduğu bilinmektedir.

Atatürk Döneminde Nevruz

Bütün Türk Dünyasında Nevruz, tabiatın dirilişi, güneşin zaferi, yeniden doğuşu büyük şenliklerle kutlanırken, sosyal medyada Büyük Önder Atatürk’ün 1922 yılında Ankara’daki törenlerde çekilmiş bir fotoğrafı paylaşılıyor. Atatürk Nevruz etkinliğine böyle katılmıştı.

Osmanlı devrinde yapılan ve daha sonra şu veya bu sebeplerden dolayı ihmal edilen Nevruz kutlamaları, Türk insanına kendi kültürel kimliğini, kişiliğini, benliğini, hüviyetini kazandırma gayreti ile Cumhuriyetin ilk yıllarında da resmî olarak devam ettirilmiştir. Atatürk, bu sürecin öze dönmekle, kendi kültürel değerlerimize, örfümüze, âdetimize, geleneğimize dönmekle mümkün olacağı inancındadır. Osmanlı devrinde kutlanan Nevruz kutlamaları, Cumhuriyetin ilk yıllarında da resmî olarak kutlanması ile ilgili Prof. Dr. Reşat Genç şu bilgileri veriyor:

Geri planlarda bırakılmış ve unutulmaya yüz tutmuş olan Türk insanına kendi kültür kimliğini, kişiliğini, benliğini, hüviyetini kazandırmak hareketi, Atatürk'ün başlattığı bir hareketti. Bu ne ile mümkün olurdu? İşte bu, öze dönmekle, kendi kültürel değerlerimize, örfümüze, âdetimize, geleneğimize dönmekle mümkün olurdu. Bu yüzden Atatürk diyor ki; -"Bilelim ki, kendi benliğine sahip olamayan milletler başka milletlerin şikârıdır." Yani yaşayamaz.. O yüzden, yine, Atatürk der ki, -“Gençlerimize, çocuklarımıza görecekleri eğitimin hududu ne olursa olsun en evvel ve her şeyden evvel kendi geleneklerine, millî ananelerine ve Türkiye'nin bağımsızlığına düşman olan unsurlarla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir." Millî hareketin özü budur.

Diğer taraftan kendi kimliği, kişiliği, millî benliği kazandırılmış olan millete çağdaş olma yolunu açıklamak da Atatürk hareketinin temellerindendir. İşte bu öze dönme, kendi tarihine, kültürüne dönme hadisesi, millîciliğin özü idi. Bu yüksek idrakinin icabı olarak, O'nun milli kültür unsurlarının her biri üzerinde, en küçük ayrıntısına kadar çok büyük bir dikkatle durduğunu biliyoruz.

Nitekim Nevruz ile ilgili hassasiyeti bunun bir göstergesi olmuştur. Bilindiği gibi Atatürk 22 Mart 1922 tarihinde Ankara'nın Keçiören semtinde Nevruz şenlikleri düzenletmiş ve kendisi de bu 1921 yılının 21 Mart günü halkın, öğrencilerin Ankara’nın belirli çayırlıklarına, meydan yerlerine toplandıkları, bu törenlere devletin üst yöneticilerinin de katıldığı dönemin matbuatında kayıtlıdır.

Ankara’da yapılan kutlamalar Anadolu ile sınırlı kalmamış, Türk Dünyasında da heyecan yaratmıştır. 1922 yılında Sakarya Zaferi’nden hemen sonra bütün okullara Nevruz-Ergenekon bayramının bir önceki yıl olduğu gibi coşkuyla kutlanması için talimat verilmiştir. Aynı yıl 23 Mart Çarşamba günü meclisin önünde ve Taşhan Meydanı’nda merasimler yapıldığı yönünde bilgiler de Hâkimiyet-i Millîye, Yeni Gün ve İkdam gazetelerinde kayıtlıdır.

Cumhuriyetle birlikte Nevruz’un yeniden gündeme getirilmek istenmesinin esas sebebi Besim Atalay’ın 23 Mart 1921 tarihli Hâkimiyet-i Millîye gazetesine yazdığı makaleden kolayca anlaşılmaktadır.

Yazının bir bölümünde şöyle denir: “Bu Ergenekon hâdisesinden çıkacak mühim netice, bizim bugünkü millî mücadelemizle benzeşmesidir. Dokuz kişiden türeyerek düşmanlarından intikam alan Türk soyunun, bugün de kendi varlığına kastedenlere karşı silahlanmış ve yarın muvaffakiyetini temin edeceğine ve Ulu Tanrı’nın yardımı ve milletin gayretleriyle kara günlerden kurtulacağına eminim.”

Yine bu dönemde Behçet Kemal Çağlar tarafından kaleme alınan Ergenekon (Çağlar 1982) isimli piyeste de Ergenekon ile Millî Mücadele arasında benzer bir ilişki kurulur: “Behçet Kemal Çağlar, dönemin tarih ve Türklük anlayışına uygun olarak kaleme aldığı, Ergenekon, Çoban ve Attila isimli oyunlarında, Türk tarihinin uzak dönemlerine gider. Bunlardan ilki Ergenekon piyesidir. Behçet Kemal bu manzum oyunuyla, Türk milletini uygarlığın kurucusu olarak takdim eder.

Azerbaycan Hükümet Başkanı Neriman Nerimanof'’un Mustafa Kemal Paşa'ya Nevruz dolayısıyla çektiği 24 Mart 1921 tarihli telgrafta şöyle denmektedir: "Cenubi Kafkasya Komiseri, Azerbaycan serbest Harbiye Mektebi Talebeleri, iki bölüklü Süvari Nişancı Türk Alayı askerleri, Türk Milletinin, büyük Nevruz Bayramını tebrik ediyor ve biz ümid ediyoruz ki Azerbaycan İnkılâp Ordusu kahraman Türk Ordusu ile beraber Garp emperyalizmi tazyikinde bulunan Şark milletlerini yakında kurtarırlar. Yaşasın Şark İnkılap başları Mustafa Kemal!"

Türk tarihine yönelişin, Cumhuriyetle hız kazandığı görülmektedir. Bütün bunlar, yeni kurulan millî devletin köklerini millî tarihten ve millî kültürden oluşturma gayretidir. Buna kısaca “öze dönme” de diyebiliriz. Atatürk milliyetçiliğinin özü olan bu hareket onun yüksek idrakinin bir gereğidir.

Atatürk’ün milli kültürümüzü oluşturan öğelerin her biri üzerinde en ince ayrıntısına kadar durmasının temel sebeplerinden biri de Türkiye Cumhuriyetini, temeli “Yüksek Türk Kültürü”ne dayanan bir kültür devleti yapmak istemesidir.

Nevruz konusunda gösterdiği hassasiyetin böyle bir düşüncenin bir ürünü olduğu kanaatindeyiz.

Sonuç Nevruz kutlamaları Türklerde Mete Han zamanından beri görülmektedir. Bünyesinde barındırdığı bütün zenginlikleriyle Ergenekon/Nevruz bayramı, Türk kültürünün önemli bir tarihî zenginliğidir. Bütün bir Türk Dünyasında kutlanan Nevruz aynı zamanda inançlarla birlikte yorumlanmıştır.

Türk dünyasındaki örnekler incelendiğinde görülür ki; bayramların özündeki sevgi, kardeşlik ve yardımlaşma ilkeleri Nevruz’un da temel prensibini oluşturmaktadır.

Cumhuriyetle yeniden hız kazanan Nevruz kutlamaları, yeni kurulan millî devletin köklerini millî tarihten ve millî kültürden oluşturma gayretidir.