Türkiye Sıfır Atık derken…
İklim değişikliği küresel bir realite olarak uluslararası kamuoyunun birinci gündem maddeleri arasında yer alıyor.
Birleşmiş Milletler (BM) tarafından uzun yıllardır düzenlenen Küresel İklim Zirvesi (COP) farklı zaman dilimlerinde farklı ülkelerdeki toplantıları dünya gündeminde geniş yer tutuyor.
Fakat maalesef bu toplantılar nihai bir sonuç üretmiyor, her toplantı sonrası ‘dağ fare doğurdu’ ifadeleri gün yüzüne çıkıyor.
En son Mısır’da gerçekleştirilen COP27 de benzer eleştirilere konu oldu.
Tüm bilimsel raporlar ve sivil araştırmaların analizleri, iklim değişikliğinin ana etkeninin insan faaliyetleri olduğunu ortaya koyuyor.
Peki, hangi insan?
Hiç şüphesiz ana kirleticiler belli ve biliniyor.
ABD, Avrupa ve Çin’in yerkürenin sağlığına verdiği zararların maliyetini gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelere yükleme politikasına direnç gösterilmeli.
“İklim değişikliği kaynaklı afetlerle ekonomileri sarsılan ve ağır insani kayıp veren ülkelere tazminat ödenmeli…”
Derken, aksine birtakım yaptırımlarla bu ülkeler baskı altına alınmaya çalışılıyor.
Her konuda olduğu gibi bu başlıkta da batı, kendi çıkarlarını önceliyor ve ikiyüzlü tutumunu burada da dışa vuruyor.
Oysa Türkiye, tüm insani süreçlerde olduğu gibi bu konuda da rasyonel, realist ve vicdani yaklaşımını koruyor.
Bakın dünyada henüz eylem planlarına yönelik somut adımlar atılmamış hatta bazı adımlardan vazgeçilirken Türkiye, ‘sıfır atık’ projesi ile iklim değişikliğiyle mücadele kapsamında özgün bir yol haritası oluşturdu.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan hanımefendinin himayesindeki sıfır atık programı, ülke genelinde tüm kamu ve yerel idarelerce benimsenerek türlü uygulamalara dönüştü.
Saymakla bitmeyecek adımlar atıldı, önemli kazanımlar sağlandı.
Projenin ikinci adımında mutlaka özel sektörün de devreye girmesi ve üçüncü adımda vatandaşın da günlük hayat pratiklerini sıfır atık hassasiyetine göre gönüllü olarak şekillendirmesi gerekiyor.
Zaten kültürel mirasımız ve inanç kodlarımızda yer alan doğayla barışık olma ve ona zarar vermekten çok koruma ve zenginleştirme yaklaşımımız, sıfır atıkla küresel bir anlam kazandı.
Türkiye’nin Sıfır Atık projesi BM nezdinde kabul gördü. BM tarafından 30 Mart Uluslararası Sıfır Atık günü ilan edildi.
Bu ülkemiz adına büyük bir gururdur. Aynı zamanda sıfır atık projesi, uğruna can verdiğimiz vatan toprağının gelecek kuşaklara sağlıklı, verimli ve yaşanabilir bir şekilde eriştirilmesi adına stratejik bir misyondur.
Ve kuşkusuz Sayın Emine Erdoğan’ın bu konudaki çabası ve oluşturduğu farkındalık yalnızca ülkemiz değil dünya tarihinde yer edinecektir.
Sayın Emine Erdoğan, önceki gün Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde büyükelçiler ve eşleri için düzenlenen ‘Ortak Evimiz Dünya İçin Sıfır Atık’ temalı programda konuştu.
Her biri global manzarayı çok boyutlu olarak resmeden ifadelerinden şu sözler dikkat ekti: :
“Yaşadığımız her bir kriz, insanlığı tek yürek olmaya daha çok çağırıyor.”
“Aynı 'insanlık ailesinin' ferdi olduğumuzu hatırlamalıyız.”
“Savaşın kazananı, adil barışın ise kaybedeni olmaz.”
“İklim krizi, bir ölüm kalım mücadelesi olarak karşımızda duruyor.”
Yalnızca ülkemizi değil tüm dünya insanlığını kapsayan ve kuşatan bu ifadeleri yadsımak mümkün mü?
Ne yazık ki dünyanın dikkat kesildiği, önem vererek gündemine aldığı ve uluslararası nitelikte bir kutlamaya dönüştürdüğü sıfır atık projesine ulusal kamuoyumuz seyirci kalıyor. Ne denli önemli olduğunu fark edemiyor.
Kıymetli okur,
Biliyorsunuz Türkiye’de nükleer santral yok. Kömür santralleri var. Ve çevre istismarına dayalı eylemler gerçekleştiren sivil taşeronlar, bunlara karşı çıkıyor. Türkiye’de bu karşıtlığın finansmanının ise yurtdışından geldiği ise herkesçe biliniyor.
Peki, yurt dışında bu konuda ne oluyor?
Bakın, Belçika’da 2 nükleer reaktörlerin faaliyet süresini 10 yıl uzattı.
Almanya’da kapatılması öngörülen 3 nükleer santralin faaliyet sürelerini uzatma çalışmalarına başlandı.
Yine Almanya’da Geçmişte kapatılması planlanan bazı kömür santralleri yeniden faaliyete geçirildi.
İngiltere’de ülkenin güneydoğusunda inşa edilmesi planlanan Sizewell C nükleer santraline onay verildi.
Ve yine İngiltere’de dazı kömür santrallerinin faaliyet süresi uzatıldı.
Ayrıca İsveç Başbakanı Ulf Kristersson, parlamentoya yeni nükleer güç reaktörlerinin inşa edilmesini sağlayacak bir yasa teklifi sunacaklarını söyledi.
Dünya genelinde 31 ülkede toplam 435 nükleer santral var. Hepsi çok gelişmiş ülkeler…
En fazla nükleer santral, tahmin edeceğiniz üzere ABD’de var.
Elektrik üretiminde nükleer enerjiyi en fazla kullanan ülke yüzde 75’lik oranla Fransa.
Ve halen Rusya’da 10, ABD’de 5, Güney Kore’de 5, Çin’de 28 Nükleer Santral inşaatı yapılıyor.
Türkiye yapınca ne idüğü belirsiz tipler ayaklanıyor. Sıfır Atık’ı hor görüp uygulamıyor ama nükleere karşı duruyor.
Evinde çöpünü ayrıştırmıyor ama ‘kömürden çıkalım’ diyor.
Bunlar ya akıllarını peynir ekmekle yemişler ya da kiraya vermişler…
Kiralayanlar belli!
Onlarla baş etmek için tek ve ana ihtiyacımız her alanda olduğu gibi siyasette de bağımsız kalabilmektir.
Bunun için siyasi istikrarsızlıktan, çok başlılıktan, pazarlık masalarından çok çekmiş büyük milletimizin o engin iradesini ve ferasetini bir kez daha göstermesi gerekiyor.
Bazı ülkeler domino taşları gibi küresel yıkıcılık karşısında bir bir devrilirken Türkiye’nin dimdik ayakta kalması, yalnızca Anadolu için değil dünyanın tüm mazlum milletleri için de önem arz ediyor.
Esen kalın…