Yoksullar…
Kıymetli okur; Anadolu Ajansı (AA), dün yazar Alev Alatlı’nın konuk olduğu bir video röportaj yayınladı.
Yarım saatlik videoyu, bir online eğitim heyecanıyla izledim.
Röportajı gerçekleştiren gazetecinin ismi dışında bir eksik yoktu. (Kurum kararı olabilir…)
Alatlı’nın düşünce dünyasının şekillenmesinde hayat yolculuğunun etkisini somutlaştıran ifadeleri her zamanki gibi keskindi.
İlk soru: ‘Kendinizi nerede konumlandırıyorsunuz?’
Cevap: “Çok şanslı bir inan olarak konumlandırırım. Bu şans, bir asker kızı olmamdan başlar. Yoksul demek abartı olur ama her zaman bir kısıtlı bütçe dâhilinde hareket etmek zorunda olan bir ailenin çocuğu olmak çok önemli…”
Son dönemde iktidara yakın konumlanmak eleştirilen Alatlı’nın daha ilk soruya verdiği cevap ve tavrı, aslında konumlandığı noktanın Anadolu olduğunu gösteriyor.
Dışarıdan bakıldığında gariban görünen Anadolu insanının, kendine yoksul demekten ar etmesi ve bunu bir haysiyet meselesi olarak görmesi ile Alatlı’nın ‘yoksul demek abartı’ olur ifadesi aynı derinliktedir.
Alatlı’nın yoksul demekten geri durması, esasen içinde yaşadığı dönemin ve toplumun gerçekliğine ne derece yakın olduğunu gösterir.
Ben de kendime yoksul dersem! Etrafımda gördüğüm onca yoksul kendine ne diyecek?
***
Yoksul kimdir?
En doğru ve geçerli tanımı nasıl bulabiliriz?
Salt maddi varlığa indirgenmiş ve kıyas temelli bir tanımlama, yoksulluğu doğru bir yere konumlandırmamızı sağlayabilir mi?
Bunun için belki de yoksulluktan önce başka olgulara da doğru ve geçerli bir tanım bulmalıyız…
Peki, nereden başlayacağız?
Alatlı, anılarından cevap veriyor: ‘En iyi öğrenme yolu kendini öğretmeye hazırlamak!..’
Acaba insan, hayatı öğrenirken hayatıyla öğreten olabilir mi?
Öyle bir adım at ki beynelmilel ilke olsun…
Hayat hikâyesiyle öğretici konumda olanlar, kendine yoksul der mi?
Bir kalenderlik makamı…
***
Genel geçer ifadeyle yoksulluk, temel ihtiyaçların karşılanamaması…
Bu tanım bugün geçerli mi?
Sanırım her çağın temel ihtiyacı ayrı… Ya da her kişinin…
İnsanlık, artık karın tokluğunu şükür hesabından çıkardı.
Kendini yoksul görmenin şartları değişti. Daha kötüsü kendini yoksul olarak göstermek adet oldu. Yoksulluk istismarı revaçta…
Öyle bir çağa denk geldik ki akıl, karakter ve ruh yoksulluğu önemsiz…
Materyalist akıma kapılan toplumun tatminsizlik sancılarının yapmacık yoksulluk çığlığı, sahada geniş yankı buldu.
Gerçekliğe dayansın, dayanmasın ‘yoksulum’ diyen hem haklı hem de mağdur sayıldı…
Hak, hukuk yerde kaldı.
İnsanı insana yabancı kılan zamanın bir başka ruhu da kendisi söz ve eyleminden utanmadığı gibi bir başkasının kendisi adına duyduğu utançtan da gocunmayan yığınların halidir.
“…Korkak, cesur, cahil, hâkim ve çocukturlar…”
***
Yoksulluk demişken Bursa’da simit 1 Temmuz itibarıyla 10 liraya atılacak…
Bursa Simitçiler ve Unlu Mamül İmalatçıları Odası Başkanı Erdal Pınar, 2,5 liralık zam haberini dün duyurdu:
“Başta un, susam, tahin, yağ, elektrik ve doğal gaz vb. olmak üzere ana giderler arasında yer alan artışlar, toplu iş sözleşmeleri dolayısıyla işçilik ücretlerindeki yükselişler ve kiralardaki önlenemeyen yukarı bazlı hareket maliyetlerimizi artırmış ve simit, poğaça, börek, yufka vb. ürünlerde bir fiyat düzenlemesi yapmayı zorunlu hale getirmiştir…”
Zam haberini Artun Ünsal ve Sait Faik’ten alıntı ile duyuran Başkan Pınar’ı tebrik ediyorum.
“Gelin, Artun Ünsal hocamızın dediği gibi ‘susamlı halkanın tılsımını’ bozmayalım...
Ve Sait Faik'in şu sözünü asla unutmayalım: Hiçbir kahvaltı simit ile çayın yerini tutamaz”
Bugün susamlı halkanın tılsımı, toplumsal katmanlar arası retoriğin ethosu…
Kimi için keyf, kimisi için ihtiyaç…
Bir pazar otantik kahvaltı için Abdal’da simit kuyruğa yetişmek üzere son model cipine park yeri arayan biri ile cebinde bir tek simit parası bulunan kişinin yoksulluğu aynı mı?
Hayat çoğu zaman bir kuyrukta eşitlese de bizi; bir benlik kurdu kemirir durur içimizi.
İşte asıl ilke, ne için olursa olsun satmamaktır kuyruktaki yerimizi.
Saygılarımla…