Yumuşama…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, CHP Genel Başkanı Özgür Özel ile yaptığı görüşme üzerine açıklama yaptı.
Mezkûr görüşmeyi ‘olumlu bir gelişme’ olarak nitelendiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, şöyle dedi:
“Bundan önceki süreçlerde bu tür maalesef adımlar atılmıyordu. Bu adımın atılmasıyla siyasetin ülkemizde çok daha yumuşama dönemine girdiğini görüyoruz. Ben de Özgür beye ilk fırsatta böyle bir ziyaretin karşılığını yapacağımı söyledim. Türkiye'nin buna ihtiyacı var. Türk siyasetinin buna ihtiyacı var. İlk fırsatta da bu ziyareti gerçekleştirerek Türkiye'de siyasetin yumuşama sürecini başlatalım istiyorum. Bu adımı da atacağız.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘siyasetin buna ihtiyacı var’ diyor peki, toplumun buna ihtiyacı var mı?
Toplum terörle iş birliği halinde gördüğü tarafları nasıl hoş karşılayacak?
Yahut toplum böyle bir değişimine hazır mı?
Esasen Sayın Erdoğan’ın ifade ettiği yumuşamanın anayasa değişikliği temelli olduğunu düşünenlerle aynı kanaatte değilim.
Jeopolitik risk ve tehditler kaynaklı iç cepheyi sağlam tutma çabası olarak yorumlanabilir.
Ya da seçimsiz 4 yılı tam konsantrasyon içinde geçirme düşüncesi diye de görülebilir.
Peki, iç cephe teröre ve uzantılarına karşı fikir ve eylem birliği içinde olabilir mi?
Veya ülkenin ekonomik gerçekliği üzerinden hareketle yumuşayan siyaset, Kanal İstanbul’da ortak kanaate erişebilir mi?
Şu an için cevaplar fulü…
Ama hiçbir sonuç üretmese de söz konusu görüşmenin, Türk Demokrasisi açısından iyi bir temsil oluşturduğu ifade etmek gerek.
Elbette Özgür Özel’in de 31 Mart sonra -1 Mayıs’taki tavrı dışında- sergilediği tavırla bu fotoğrafta payı olduğu kabuller arasında…
Sayın Cumhurbaşkanının açıklamasına bir başka açından bakıp ‘herhalde siyasetteki gerginliğin nedeni K. Kılıçdaroğlu idi’ diyenler de yok değil.
‘Yumuşama’ deyimine karşı negatif bir algıda olsam da Sayın Erdoğan’ın kast ettiğinin ne tür sonuçlar üreteceğini zaman gösterecek.
***
Türkiye’de 14-28 Mayıs’ta da 31 Mart’ta da Milliyetçi seçmen kitlesinin boyutları net bir şekilde ortaya çıktı.
Ancak ne yazık ki ülkemizde ‘milliyetçilik’ üzerinde bölme hesapları her zaman olduğu gibi diri ve devrede…
Bunu dünkü 3 Mayıs Türkçülük Günü kutlama mesajlarında da gördük.
3 Mayıs’ın tarihsel bağlamından kopuk noktalardan bugünü kendine veya temsil ettiği partiye mal etme çabası içinde olanları gördük.
Bilindik ezberler üzerinden bugünü kutlayanlar, kişisel varoluşları itibarıyla ortaya koyduğu kaypaklıkları perdeleme zahmetine bile girmeyecek ölçüde hayasız.
Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) Bilge Lideri Devlet Bahçeli, 3 Mayıs’ı yerli yerine oturtan bir değerlendirmeye imza attı.
“Türk milliyetçiliği, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu fikriyatı, Türk milletinin kurtuluş ilhamı, aynı zamanda var oluş iradesidir” diyen Türkmen Beyi, şunları söyledi:
“Merhum Peyami Safa’nın isabetle temas ettiği üzere, yeni Türk devletinin iki ana davasından birisi çağdaşlaşmak ise diğeri milliyetçiliktir. Şayet millet ortak değerler etrafında kenetlenmişse, şayet birlik ve dayanışma hissiyatıyla kaderini tayin etmişse, bunun dibacesi, en bariz dinamiği milliyetçiliktir.”
“3 Mayıs meşalesi, esas itibariyle Türk milliyetçilerinin iç ve dış çalkantılar karşısında göstermiş oldukları direncin aydınlığı; baskı, dayatma ve zor şartlarda sivil, meşru ve demokratik duruşun ahkamıdır. Merhum Hüseyin Nihal Atsız’ın dediği gibi, 3 Mayıs milli şuurun ayağa kalkışı, küresel güç blokları arasında sarkaç gibi gidip gelen köşesiz politikalara karşı Türk milliyetçilerinin hür ve ahlaki direniş kararıdır.”
“Bugün bir bayram veya kutlama gününden ziyade bir idrak, bir ifade, bir anma, istikbale yönelik milliyetçi mesajın maşeri vicdanda kök salma özleminin bir hamlesidir.”
“Emek ve değer nedir bilmeyen, adalet ve hukuk nedir tanımayan; yağma, talan ve yıkımı ideoloji haline getiren başıbozuk güruhun 1 Mayıs’ta sahneledikleri vandallıklar medeniyet ve meşruiyet ölçüleriyle bağdaşmazken, Türk milliyetçilerinin tam 80 yıl evvel kanuni sınırlar içinde, fikir ve demokrasi namusuna riayet ederek yaptıkları gösteriler hala takdir ve tazimle hatırlanmaktadır.”
“Diyor ya Merhum Hüseyin Nihal Atsız; ‘Maviyi unutsak bile mazi kökümüzdür, en tatlı gülen yüz bize mazideki yüzdür.’ İnancım odur ki, mazinin parlayan yüzü hiç solmayacak, Türk tarihinin derinliklerinden çağlayarak yükselen milliyetçi çağrı Türk milletinin diriliş azmini canlı tutacak, geleceğini de inşa ve ihya edecektir.”
“Dünyanın çetin ve çetrefilli bir tarih aralığında, İkinci Dünya Savaşı’nın beşeriyeti yakıp yıktığı bir zaman sürecinde Merhum Hüseyin Nihal Atsız’ın devrin Başbakanına yazmış olduğu iki açık mektup sonucunda başlayan 1944 Türkçülük ve Turancılık Davası’nın 80’inci yıl dönümünde, Türk milliyetçiliğinin merhum ve muhterem inanç anıtlarını rahmetle, hürmetle, minnetle anıyorum. 3 Mayıs ruhunun, Türk ve Türkiye Yüzyılı hedeflerine ulaşma mücadelesinde sahip olduğumuz milli şuura daha da güç ve feyz vermesini temenni ediyorum.”
***
Türk Milliyetçiliği dimdik ayakta durmakta ve rüzgâr bu koca dağdan yalnızca toz almakta…
Ne mutlu, Türk olana, saygıyla…