Nerede o eski öğretmenler?
Kıymetli okur, hadi bu soruya birlikte cevap bulalım.
Geçmişte öyle isimler var ki çoğumuz onların öğretmen olduğunu dahi bilmiyoruz…
Onlar öyle karakterler ki fikir ve mücadeleleri bugün de geçerliliğini korumakta ve saygı görmekte.
Şöyle ilk aklımıza gelenlerin bir kaçını yazalım: Fikret, Beyatlı, Ataç, Çamlıbel, Tanpınar, Abasıyanık…
Soyadları bile yetiyor…
Uzak mı kaldı?
Biraz daha yaklaşalım öyleyse: Ilgaz, Atılgan, Atay, Atsız, Ali, Korkmazgil ve Baykurt…
Hayatlarının bir evresini öğretmenlikle geçiren bu isimlerin geride bıraktığı düşünce mirasının büyüklüğü yadsınabilir mi?
Bu birikimden hareketle öğretmenlik mesleğinin insanın düşün yapısında etkin bir role sahip olduğunu söylemek zor mu?
19 ve 20’nci asırda böylesi isimler yeşerten öğretmenlik mesleği ne oldu da 21’inci yüzyılda adeta çölleşti…
Fikirleri, mücadeleleri ve sorumlu karakteriyle var olan öğretmenler, nasıl oldu da bugün tekdüzeleşti?
Ya da sadece bana mı öyle geliyor acaba?
Yoksa bugün adı geçen şahsiyetler gibi olanlar var da biz mi bilmiyoruz?
Sanmıyorum.
Bugün fikir hayatı öyle kısır ki ‘Ortaçağ Avrupası’nda dahi insanların düşünce doğurganlığının daha yüksek olduğunu görebiliyoruz.
İlk bakışta itiraz edebilirsiniz!
‘Olur mu? Artık daha çok fikir var’ diyebilirsiniz.
Fakat bilmelisiniz ki kastım, fikir ikliminin sayısal yığını değil ruhsuz ve yavanlığıdır.
Söyleyin lütfen! Bedeli ödenmemiş ve uğruna mücadele edilmemiş fikir, fikir sayılır mı?
Şayet üreticisinin eylemleri ve günlük hayat pratikleriyle örtüşmüyorsa ortaya konan fikrin ne kıymeti var?
Sanırım işin sırrı sancıda!
Bugün fikir ekosistemindeki isimlerin topluma dair sancıları, kişisel kazanım şartına bağlanmış haliyle suni sancı.
Dolayısıyla doğan fikir de zayıf ve kuvözde!
Öğretmenler artık çınarlar yeşertemiyor çünkü onlar da suni sancılarla meşguller…
Yukarıda saydığım isimlerin hayatları zorluklarla dolu…
Yaşadıkları yıllar çok çetin ve çetrefil zamanlar…
Onlar o günün bugüne kıyasla daha ağır şartlarında bunu başarabilmişken şimdinin öğretmenlerine ne demeli?
Üzülerek görüyoruz ki bırakın fikir adamı mücadelesine girişmek bugün çoğunun öğretmen olduğunu düşünmek güç.
***
İşte bugün eğitim-öğretim yılı sona eriyor.
Dünden bugüne bir türlü çözülemeyen fırsat eşitsizliği, eğitimde piyasalaşma ile giderek derinleşti ve derinleşiyor.
Aslında sorunlar herkesçe biliniyor. Ve bunlara gündelik çözümler üretmek yeterli olmuyor.
Yeni kabinede Milli Eğitim Bakanlığı ile görevlendirilen Prof. Dr. Yusuf Tekin’in işi, emin olunuz ki Mehmet Şimşek’in işinden zor.
Türk Eğitim Sen 3 No’lu Şube Başkanı Ömer Işıkoğlu ve 2 No’lu Şube Başkanı Fatih Gümüş, dün eğitimin sorunları ve beklentiler üzerine bir açıklama yayınladı.
Metinde yer alan şu ifadeler aslında öğretmenlik meslek itibarında yaşanan erozyonun nedenleri arasında görülebilir:
“Öncelikle ilk ele alınması gereken husus; mesleğimizin saygınlığını ayaklar altına alan, un ufak eden mensubiyete göre yönetici atamasına son verilmesidir. Şöyle ki kamunun tüm alanlarında olduğu gibi, eğitim alanında da mülakat uygulaması aslında bir fecaattir. Bu uygulamayla hak etmeyenler makamlara getirilerek, kul hakkı yenilmekte, ehil, bilgi ve tecrübe sahibi kişiler görevden uzaklaştırılmaktadır. Özellikle yönetici görevlendirmelerinde ve yine aynı zamanda proje okullarında yönetici ve öğretmen görevlendirmelerinde yaşanan adaletsizlikler çalışma huzurunu dinamitlemekte; eğitimde başarıyı, kaliteyi, motivasyonu, verimliliği, heyecanı düşürmektedir.”
Yukarıda bahsettiğimiz şahsiyet kuraklığıyla, aynı açıklamadaki şu sözler arasında nedensellik bağı kurulabilir:
“Sendikamızın 2022-2023 eğitim-öğretim yılında yaptığı araştırmaya göre, 78 ilde ücretli öğretmen sayısı 76 bin 485 iken, 75 ilde norm kadro açığı 83 bin 547’dir. Öğretmen açığının ücretli öğretmen eliyle kapatılmaya çalışılması, hatta bu öğretmenlerin 5 bin 503’ünün ön lisans mezunlarından oluşması eğitimdeki başarıyı, kaliteyi ve verimi düşürmektedir. Üstelik her yıl eğitim fakültelerinde ortalama 40 bin öğretmenin mezun olduğunu düşündüğümüzde atama bekleyen öğretmen sayısı 500 binin üzerine çıkmıştır. Her ne kadar 45 bin atama yapıldıysa ve atanan öğretmenlerimiz 1 Eylül tarihinden itibaren görevlerine başlayacaksa da, bu sayı yeterli değildir.”
Bu iki paragraftan hareketle kabul etmeliyiz ki eğitimde işe önce personel sorununu çözmeyle başlamalıyız.
Bu köşede ve televizyon yayınlarında defalarca savunduğumuz ve desteklediğimiz Türkiye Yüzyılı için kritik unsur eğitimde sistemin güçlendirilmesi, fırsat eşitliğinin sağlanması, piyasalaşmaya yeni bir çerçeve çizilmesidir diye inanıyoruz.
Dileriz hükümet ve Sayın Bakan, bu yükün altından kalkabilir…
Saygılarımla…
ETİKET :